29 Ağustos 2008 Cuma

gö.rüm.ce.ler!

evlenmemiş 2 abla.
biri gayet asosyal, mızık mızık
biri otoriter olma takıntısında, baskıcı.
ikisi de iflah olmaz biçimde kötümser.
aşırı bağımlı
kontrol etme, müdahil olma saplantılı
ben,
mesafeli.
çünkü ayrı dünyalar bile değil, ayrı kainatların insanıyız.
bakış açıları, tarzları, hayat görüşleri, kişilikleri.....
hiç benzemez insanlarız.
sel,
arada.
ablalardan bıkkın, yorgun.
hayatı zor, uğraş gerektiren, çaba gerektiren durumda.
şikayet edebileceği bir erkek kardeş, bir yakın akraba, bir baba yok.
ablalar hayatlarındaki her boşluğun doldurulmasını sel'den bekliyor.
sel sadece kardeş ama.
sel baba değil
sel koca değil
sel sevgili değil.
ama sel hepsi.
ablalar zor.
hem de çok çok zor.
kızıyorum.
ne yapmak gerek inanın bilmiyorum.
sel, sel değil de bir başkası olsaydı
eeeeehhhhh.... der,
ay uğraşamam ben, der,
sayıyla mı verdiler len sizi bana, der,
belki giderdim.
ama sel özel bir insan.
sel'in aşkı, sevgisi, çok özel.
ve malesef sel'in ablaları da çok özel.
ne yapmalıyız.
bu müdahil olma takıntısı olan, asosyal, baskıcı, kötümser, hemen tepki veren ablalara ne yapmalıyız ki,
sel de, ben de rahat edelim.
uygulanabilir her tavsiyeye açığım arkadaş!
çünkü çok yorulduk!

27 Ağustos 2008 Çarşamba

fikri olan?

kestirsem mi
boyatsam mı
permalattırıp bonus modeli olsam mı
estetikle şekil değiştiremeyeceğime göre,
sakal bıyık alternatifim olmadığına göre,
renkli lens falan da sevmeyince
nasıl bir değişiklik yapar ki kadın milleti kendinde?
sıkıldım.
sıkıldım gibi yani.
en kolayı en ucuzu en geri dönüşü olanı şaç ya,
benim de aklım orda şimdi.
neyi değiştireyim kendimde?
neyi değiştirebilirim görüntümde?
var mı fikri olan?
ne yapsam?
her fikre açığım en standart olanından en radikal olanına kadar.
hı?

25 Ağustos 2008 Pazartesi

nazar


sık yaşıyorum.
ve aslında her seferinde de yine şaşırıyorum.
"evet evet, nazar gerçekten var, bilimsel birşey bu" dense de benim pek ilgi alanıma girmediğinden belki, fazla itibar etmezdim.
ama çok sık yaşıyorum, görmezden gelemiyorum artık.
çok sık nazar değiyor bana.
çarşıda pazarda dolaşırken mesela, birden üstüme bir poşet geçirilmiş gibi oluyorum.
çöküyorum resmen.
baş ağrısı, aşırı bir güçsüzlük, elimi kolumu kaldıramama hali, uyku isteği, gözümü açamıyorum çoğunda.
sel'in de çok nazarı değiyor bana.
bir anda, bir anda net bir şekilde başıma bir ağrı saplanıyor mesela.
önceden o anı yakalayamazdım pek.
derdim ki:
bi süredir çok başım ağrıyor.
ben çok beğenmiştim seni ondandır belki, derdi sel.
şirin bir iltifat olarak kabul eder, baş ağrımın gerçek nedenini düşünürdüm.
ama sonraları an'ı yakalamaya başladım.
kafamda zınk diye bir ağrı!
bir anda başım ağrımaya başladı diyorum.
sel şaşkın.
yemin ederim daha birkaç saniye önce sana bakarken böyle çok beğeniyle bakmıştım, allah allaaahhh, diyor.
alışveriş merkezindeyiz misal, yürüyen merdivenle yukarı çıkıyoruz, yan merdivende durmuş, inen bir teyze pür dikkat beni izliyor.
başımda korkunç bir ağrı.
tövbe tövbeeee...
ayol bir de dikkat çeken bi tip olsam yani.
boy yok pos yok
kulak kepçe
bacak çarpık
saç kırpık
kılık kıyafet sosyete pazarı
makyaj yalapşap
eeeee.......
manyak mısınız len?
niye ağrı yolluyorsunuz bana yahu!
-sen çok güzelsin! diyor sel.
e koca tabi, öyle görecek.
ama ne çıtırlar var etrafta yahu.
niye bana bakıyor bu kadınlar. evet evet özellikle kadınlar.
yemin ederim üstümü başımı kontrol ettiğim, bir yerim mi yırtık sökük, bir acayipliğim mi var diye endişe ettiğim zamanlar oldu, bakışlardan tedirgin olup.
pantolonumun fermuarına, bluzumun önüne, yanına, çanta aynası çıkartıp elime yüzüme baktım bişey mi var diye.
yooook......
ama habire ağrı yollayıp duruyor insanlar yahu!!
hoşt beee...
bir keresinde bir arkadaşımın evinde otururken, kucağımda duran elimdeki kalın kemik yüzük çat diye üçe ayrılıp dağıldı.
kırmak mümkün değil elle falan.
dağıldı.
başımda bir ağrı.
bilmiyorum ki.
sen daha inanma, nazar işte, dedi sel.
diyorum ki:
hani böyle yıldızı düşük falan derler kimilerine.
acaba öyle bi kusurum mu var yav?
enerjim mi sakat?
yıldızım mı bozuk?
bişeyim mi ters?
neden bana habire nazar değiyor!
dua mı taşıyayım üstümde, boncuk mu, sarmısak mı....
ay ne bileyim, var mı bunun bir tedavisi.
sel bi dua okur bana kimi zaman ben sürünürken.
ayılırım çoğu kez.
zınk diye açarım gözümü baygın halimden.
bakarım sel yamulmuş, gözler şıpır şıpır...
dua okurken uykusu geliyor galiba diye düşünmüşümdür ama.....
bana karşı değil de misal duvara karşı falan okusun bi bakayım.
yine aynı mı olacak?
yok eğer gerçekten bu bendeki nazar mevsuzu ise,
o zaman sizin de bilginiz olsun.
bi gün "pooffff" diye ortadan kaybolursam bilin ki nazardan falan çatladım.
e hi 8)

20 Ağustos 2008 Çarşamba

çocuklar üzerine bir gözlem

tatile giderken, evden çıktıktan sonra annemlere uğradık. orada yemek yiyip yola devam edeceğiz.
çantamdaki anahtarları orada bıraktım ayrılırken.
anahtarlığa takılı 6 adet anahtar ağırlık yapıyor.
3 anahtar bizim ev için, 3 anahtar annemlerin anahtarı.
ne taşıyacam yanımda!
bıraktım.
fakat gelince almayı unutmuşum. üstelik pazar günü gidip oturduk da annemlerde.
pazartesi günü iş çıkışı eve geldim doğruca.
arabayı park ettim, apartman girişine yürüdüm, çantamı açtııııım.....
hatırladım.
anahtarlarım yok.
sel'i aradım:
-seeel... ne zaman çıkacaksın?
-hayırdır?
-anahtarım yok, kapıda kaldım.
-tamam çıkarım az sonra.
gizemlerin arabasına baktım (hatırlarsınız, geçenlerde evlenen, aile dostumuzun kızı, hani düğününde zil zurna sarhoş olmuştum. üst katımızda oturuyorlar ya.) yoklar.
mecbur dışarda bekliycem.
apartmanın tam karşısı park.
çocuk parkı da var.
gidip bir banka oturdum.
yanımda kitabım yok, mecbur etrafı izliycem.
izledim.
şimdi gözlemler:
çocukların yarısından fazlasında, yani bir sürü çocukta, kova ve kürek var.
hani plajda oynananlardan.
tuhaf geldi bana.
her bir bebek yakını-kimi annane, babanne, kimi anne baba- yanında bir çanta taşıyor.
mutlaka bulunması gerekenler var demek.
ıslak mendil,
su,
kova kürek.
yerler çakıl taşı.
toz toprak.
sahipleri (ebeveyn olabilir ya da olmayabilir, sonuçta o sıra çocuğun sahibi olan yetişkin) onları yere oturtuyor yada oturmasına izin veriyor, ve eline hemen kova kürek veriliyor.
kovası küreği olmadığı için diğer bebenin kovaküreğine sulalan bebenin sahibi hemen bir bankın kenarına astığı çantadan kova kürek çıkartıyor.
hepsinde var!
kum yok ki kale yapılsın.
tek yapılabilen taşları kürekle kovaya doldurmak ve boşaltmak.
ne saçma geldi.
bebeler bir kaç cins.
özenle giydirilmiş temiz çocuklar var.
eşofman türevi rahat giysilerle oynayanlar var.
saldırganlar var,
sakinler var.
kendi de çocuk olmasına rağmen abi-abla havasına girmiş, diğer bebeyi sahiplenenler var.
çirozlar ve şişkolar var.
annanesiyle parka gelen 2 yaşlarında bir erkek bebe,
babasıyla gelen 4 yaşlarında bir kız bebeye üstünlük kurdu gözümün önünde.
kovasını aldı.
kendi kovasını da vermedi.
kız bebe mızırdadı.
kumaş pantolon ve gömlekli, muhtemelen işten yeni gelmiş olan sakin baba, kızını "o bebek, kardeş" falan diye sakinleştirmeye çalıştı.
çakal erkek bebenin sahibi teyze kız bebeyle ilgilenip, babasından hakkında bilgi alarak ilgilenme yoluna gitti. adını öğrendi. ıslak mendillerden iki tane getirip onun da elini sildi.
bi sürü kadının ve çocuğun arasında sıkılan baba tombik ve ezik kızını teşekkür etmesi yönünde uyarıp, sonra da ilgisi dağılan çakal erkek bebenin önünden kova ve küreği kaçırıp, kızıyla uzaklaştı.
çakal erkek bebe uzun uzun bana baktı önümde durup. çocuklarla hemen sıcak ilişkiler kuran, konuşan, elleşen biri değilim. ben de ona baktım ama pek gülümsemedim ve konuşmadım.
sahibi geldi "abla" dedi.
çakal bebe sırıttı, aba dedi.
hafiften gülümseyip başımı çevirdim ve başka yere baktım.
yoksa sahibi olan teyzeyle muhabbete girecektim. musallat olma ihtimali olan bebe de cabası.
canım istemedi.
arkadaşı olan çocuklara sürekli "arkadaşııııım" diye hitap eden temiz ve güzel giyimli ama uyuz bir kız çocuk vardı. inci'ydi adı. herkese "arkadaşııııım" diye seslenip durdu.
kovadan taşları dökerken etrafı tozuttu.
annesi koşup üstünü tozladı diye sitem etti.
dombili bir kız çocuğun sahibi 13-14 yaşlarındaki abisiydi.
hem arkadaşlarıyla bisikletle dolaşıp "gençlik" tadı çıkartmak arzusundaydı, hem de ikide bir kendine emanet edilen dombili kız kardeşinin toz içinde kalan üstünü silkelemeye çalışıyordu.
üzüldüm ona. kız kardeşinin kolundan tutup, poposunu silkelerken bisiklet üzerindeki havası yoktu.
saate baktım.
sel'i arayalı yarım saat olmuştu.
biraz sonra geldi.
kapıda kaldım yaaaaa, dedim.
eve girdik.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

parça pinçik

önce marmaris:
çok güzel kızlar var yahu.
sel'in kendi gördükleri yetmiyormuş gibi ben de gösterdim ona sık sık:
-seeeeell..şuna bak!
ama allah için adamlar da süper.
bir tanesine bayıldım. sel'le de paylaştım. konuyu uzatmamam kaydıyla anlayışla karşıladı.
ve fakat aynı adam akşam yine karşımıza çıkınca.....
ay allahın lütfu muydu acaba?
dalyan-köyceğiz:
güzel, sakin, dingin...
al kitabını geçir koca günü bir gölgeye çekilip.
datça:
yol üstünde bir yerde denize girdik.
kovanlık tesisleri.
havuz gibi bir deniz.
ayaklarının altında iiincecik kum.
cirit atan balıklar, ve hatta deniz yıldızı, usul usul ilerleyen.
bir deniz bu kadar sakin ve berrak olmamalı.
insanın aklı fena halde takılı kalıyor.
yine marmaris:
alyansımı denize düşürdüm.
aksilik.
oysa genelde takmam yüzüğü tatilde, hele denize girerken.
ama olacağı varmış işte.
gitti alyans.
aradım da epeyce.
datça yolu üzerinde bahsettiğim yerde olsa, hemen bulunur da,
bu girdiğimiz yer komple çakıldı.
e onca taşın arasında.....
yüzük balıklara hediye oldu.
üzülme dedi sel.
zaten yakında evlilik yıldönümü.
ne alsam diye düşünüyordum, belli oldu.
hani kardişle sevgilisi (nişanlısı mı demeliyim artık. istedik ya kızı) alyans arıyor ya:
aradım söyledim:
-alooo.. alyans bakarken bol çeşitli bir yer bulursanız bize de haber verin.
-niye, siz de mi değiştireceksiniz?
-yok yav, ne değiştirmesi... gitti benim alyans denizde. mecburen yani.....
-hadi laaaaa... eh iyi, iki çift alacaz diye indirim yaptırırız, iyi olur.
dalaman-thermemaris:
insan kötü kokuya alışabiliyor, bu iyi bir şey.
insan sivri sineğe alışamıyor, bu kötü bir şey.
insan rahata kolay alışıyor, bu da bilindik bir şey.
jakuziye mi girsek yav?
tamam sonra da hamama gidelim.
ay ben saunaya giremem, du bakayım... oyyy çok sıcak!
-niye bana masajı kadın yapıyor da sana da kadın yapıyor? sana kadın yapıyorsa bana da adam yapsın?
-tamam yaaaa.. allaa alaaaaa....
bu begonvil denen bitkiye hastayım.
bulunduğu ortamı nasıl da güzelleştiriyor.



iyiki var.
termal havuz, çamur falan fibromiyaljiye iyi geliyormuş.
sel bunu okudu ya,
habire beni yüzdürmeye çalışıyor.
-fibromiyaljik, hadi......
ama insan yatıp biraz da miskinlik etmek istiyor.
güzel kızları kesmek, yakışıklı erkekleri kesmek.....
arada göz zevkini bozanlar da oluyor elbet.
yav bi baksanıza şu amcaya:
hayır eninde sonunda çoluklu çocuklu koca bir adamsın. mayoyu kıvıra kıvıra string yapıp da, oralarını iyice yakacaksın da ne olacak?

nil kaplumbağaları çok çirkin anacım. kocamanlar.
kafalarını sudan çıkartıp "kıııhhhhh" diye bi ses çıkartıyorlar yüzüne bakıp.
korku filmi efekti gibi gerçekten.
ekmek atınca yiyorlar.
özleri de az görüyor galiba.

göcek:

pahalı. yeminle söylüyorum. vallaha da billaha da diyorum, ankarada incik boncuk malzemesi satan bir mağazadan, toz toprak içinde bi dolu eski püskü şey arasından seçip 3 liraya aldığım eski görünümlü bir kolye ucunu, tam 75 liraya gördüm. aynısı 4.5 lira mı ne tutan bir başkasının da etiketi 85 liraydı. nasıl yani yaaaa.....

birileri birilerini fena halde kazıklıyor ama...

ankara:

neyse ki annemler, çerçey ve fundam falan burda. yoksa geri dönüş hiç çekilmezdi.

kürkçü dükkanı sendromu

geldik.
nereye gidelim derken, bi baktım gelmişiz.
bu muydu yahu?
allah allaaah....
neysss...
canım bilok camiası, geldim işte.
önce özetler:
çıktık cumartesi.
-seeell.. ya nereye gitcez biz.
-bilmiyom kuzu, gideriz bi yere, şeklinde.
marmarise doğru yola çıktık.
marmaris, datça, dalyan, köyceğiz, göcek...
gezdik, dolaştık.
bi üç gün de otel ayarlayalım bari dedik.
bi internet kafeye gittik.
civarda rasgele bi otel bulduk.
özellikle aramıyorduk ama o denk geldik.
termal otel.
dalamanda.
thermemaris.
orada da kendimizi mineralli havuzdan, çamur banyosuna, jakuziden hamama, şezlongtan armut koltuğa attık durduk.
nil kaplumbağalarını besledik.
dalaman çayında deniz bisikletiyle gezdik.
yedik içtik kaşındık. (sivri sinek, sivri sinek, sivri sinek.....)
bi de tesadüfen bu otelin çamuru fibromiyaljiye de iyi gelmiyor muymuş! valla tesadüf oldu. iyi oldu.
sonra ne mi oldu?
e geldiik.
detay yazmak için pek üşengeç bir haldeyim.
şimdi bi durayım da sonra yazayım hı?
bi yoklama yapayım hem de bu arada?
kimler burada?

7 Ağustos 2008 Perşembe

eeee?

işim yok.
olsa da yapasım yok zaten.
feci halde "üüffff" modundayım.
tatilim geldi zaten.
hem psikolojik olarak, hem tarih olarak.
ama psikolojim kısmen hazır olmakla birlikte, daha hiç bir elle tutulur hazırlık yok.
cumartesi akşamı yola çıkıcaz gibi.
ama nereye gideceğimiz belli değil.
güneye mi, egeye mi?
otele mi pansiyona mı?
herşey dahil şeklinde havuz deniz yemek arasında mı gidip gelicez,
bir gün o pansiyon, bi gün bu pansiyon, büfe, restoran, ekmek arası geçiştirme falan şeklinde sağı solu mu gezicez?
ay valla hiiiiç belli değil.
zaten hepi-topu 1 hafta kaçabilecek durumda sel.
onu da gezerek mi yatarak mı geçirelim bilmiyoruz.
hiçbir yer ayarlamadık ki zaten.
yani "tamam tamam, bi otel bulup orada kalalım" desek, son gün yer bulup, ayarlama yapabileceğimizden bile emin değilim.
hem gezmek istiyor canım, değişik yerler, eski evler, tarihsel yapılar falan,
hem de "üüff sıkıldım havuzdan, kalk denize gidelim" demek, "şu sayfayı da okuyayım da bişeyler yiyelim" diye niyetlenmek...
dinlensek mi yorulsak mı?
bilemiyorum.
öyle bir durumdayım ki,
kendi kendime muhalefet olabiliyorum.
haklılar valla.
herşeye muhalefet etme kapasitem var.
karşımdaki fikir neyse, onu itinayla çürütebilirim.
10 dakika sonra çürüttüğüm fikrin savunucusuyum ama icabında.
ay valla.
manyak mıyım?
münazara olurdu hani okulda.
pek başarılıydım.
iki tarafı da savunabilirdim.
bunu fark edince:
ne biçim insanım ya ben, doğrularım yok mu benim, tek amacım "karşı çıkmak"mıdır diye düşündüğümü hatırlıyorum.
anarşist miyim?
yok değilim.
zira "yönetime ve otoriteye karşı çıkmak" demek anarşi.
oysa karşımda anarşizmi savunan biri olsa, en otorite manyağı savunucu ben olurum.
ay ben sadece "karşı"mıyım yahu!
üfff..
bak nereden nereye geldim.
oysa mevzu otele gidip yatmalı mı, arbaya binip dolaşmalı mı kararını verememiş olmaktı.
niye veremedik.
çünkü her ikisinin de olumlu ve olumsuz taraflarını düşünüp, her ikisini de hem istiyor, hem istemiyorum. birini tavsiye edene diğerini, diğerini tavsiye edene öbürünü savunuyorum. böylece kendi kafam çorbaya dönüyor.
ayyh...
anlatabildim mi?
bilmiyorum yani.
bikini almam gerek daha,
kitap almam gerek.
başka ne yapılıyordu tatile giderken?
ay düşünüp bi karar vermem gerek.
3 gün gezip sonra 3 gün bi otelde mi kalsak ki?
sanırım benim önce içsel bir huzura ermem gerek.