28 Temmuz 2008 Pazartesi

üzgünüm!

ben çok üzgünüm bugün.
saka bebek bu sabah öldü.
gece-ben yatarken-durumu hiç iyi görünmüyordu zaten.
sabah 5 gibi kalkıp baktığımda ölmüştü.
çok üzgünüm!
bir de şu patlama.
ölen onlarca insan.
bugün gerçekten de çok üzgünüm ben.

27 Temmuz 2008 Pazar

durum raporu

dolfinim "bizi durumdan haberdar et" demiş.
kısaca bir durum raporu vereyim dedim.
arkadaşlar!
o serçi serçe değilmiş!
valla billa değilmiş.
bizimki saka imiş meğer.
of çok maceralıydık bugün.
hatta bizimki gaza gelip attı kendini balkondan.
tabi o yarım yamalak uçarak ağacın dibine düşünce,
ben de kafamda bi sürü paçavrayla aşağı koştum.
paçavra ne mi?
e okuduk ya saime hanımın öyküsünde hani, saçlara kağıt sarıyorlar yatarken.
hah ben de denemek için yaptım ondan. kumaş parçalarıyla.
işte beni öyle düşünün.
üstümde turuncu bi paçaları kesik şort,
yeşilli kahveli bi askılı tişört.
kırmızı çamaşır askıları
kafamda bi dolu saçıma sarılı bez parçası.
ayağımda siyah fiyonklu ayakkabılar (kapıda onlar var diye geçiriverdim ayağıma)
daha da kötüsü asansörde biriyle karşılaşma ihtimalime karşı kafamda bir eşarp olmasını bi dolu paçavra olmasına tercih ettiğimden kırmızı beyaz benekli bir küçük fuları da kafama bağladım.
durumum önden tesettür, arkadan paçavra parçaları yani.
ben elimde anahtalar aşağıda ağaç diplerinde kuş arıyorum.
allahtan buldum veledi.

şimdi evde, uyuyor.
bisküvi ezip yediriyorum.
ama galiba biraz motoru bozdu saka.
üf ne yapmalı bilmiyorum ki.
habire su içiriyorum su kaybediyor diye.
umudum yarına kadar biraz toparlanıp, yarın akşam üstü uçabilir duruma gelmesi.
zira, ben yerde bunu ararken ağacın üstünde bi sürü saka gördüm.
meğer ne süper güzel kuşlarmış onlar.
kırmızı kafalı, sarı çizgili kanatlı...
bayıldım.
neyse işte öyle durum.

şaşıya gelince,
yok yok yok.....
o kadar üzgünüm ki.
nerde bu kedicik bilmiyorum
ölmüş olması ihtimali aklıma geldikçe onu kurtaramadığımız için, geç kaldığımız için içim acıyor.
üüfff...
adak mı adasam, şaşı çıkıp gelirse fakire sadaka vericem diye?

işte durumlar şimdilik böyle.
saka bebek bugün tüm gün-yemin ederim neredeyse 10 dakika bile ara vermeden- hep öttü.
şimdi uyuyor.
nedense pek iyi değil durumu gibi geldi bana az önce.
bakalım.
yarın olsun, hayır olsun.

aaa.. e yarın olmuş bile be!
e ben kapatayım artık bu aleti de gidip yatmadan biraz kitap okuyayım.
bi iyi geceler öpcüğü verin bakiym.
ooohhh...

25 Temmuz 2008 Cuma

serçi

eve gittim, arabayı park ettim.

önce biraz oyalandım park yerinde pisi pisi diye. şaşı kediyi bulmayı ümit ederek.

bahsetmedim sanırım. hastalandı o.

apartmanın çevresinde yaşayan, sürekli görüp beslediğimiz bir şaşı kedi var.

hafta sonu dengesinin bozuk olduğunu fark ettim. etmeyecek gibi değildi zaten. zor yürüyor, yan yan gidip devriliyor. başını bir tarafa fazlaca eğiyor, narkozlu gibi. çok dengesiz.

araştırdım biraz. iç kulak iltihabı olabileceğini öğrendim. veterinere götürmeye karar verdik. ama olmadı. tutup da götüremedik.

pazartesiden beri de yok ortada. oldukça meraklandım ve endişeliyim onun için.

neyse.

işte bu sebeple pisi pisi diye seslendim biraz. yok gelmedi.

eve yürüyordum ki onu gördüm.

o dediğim kedi değil, serçe.

yavru bir serçe.

yuvadan mı düştü bilmiyorum.

çırpınıp duruyor kenarda.

aldım.

almasam bi kedi köpek yerdi büyük ihtimal.

ama ben kediler için mama bırakıyorum ki, serçeye ihyiyaçları yok!

aldım eve getirdim.

ay bu ne yer?

bulgur haşladım, ekmek ıslattım, nafile.

yemedi hiçbir şey.

cımbızla ağzına koymayı denedik olmadı.

su verdik, içmedi.

küçük bir kutuya koydum.

uyudu.

sabah ötüyordu.

herhalde acıktığı için.

evden çıkana kadar uğraştık yine, bulgurdu, ekmekti....

yok, imkan yok.

-sel yemiyo bu, dedim.

-e solucan yakalayıp getiremem ki, dedi haklı olarak. gerçi allahı var, sinek falan tutup verelim mi dedi ama, yiyebileceği sanmam.

büyük bir leğenin içine koyup bıraktık balkona yakın bir yerde. yanına da bulgur, ekmek ufağı ve su.

umarım akşam gittiğimizde iyi durumda buluruz onu.



22 Temmuz 2008 Salı

sümsük


çok güzeller.

önce okyanusa dalışlarını izlemiştim. muhteşem bir görüntü. taa yükseklerden hızlanıp, baş aşağı bir konumda mermi hızında okyanusa dalıyorlar. hem metrelerce dibe de gidiyorlarmış. süper dalgıçlar yani. çok karizmatik.
sonra bunların mavi ayaklı olanlarından haberdar oldum.

çok komikler. yani hem çok sevimli, hem bi şapşal haldeler.
mavi ayaklar karizma ölçüsüymüş. dişi tavlamak için.
ayaklarını kadının gözüne soka soka dans ederlermiş ki, en mavi ayağı olanı şeçsin gelin hanım.


valla şahsi fikrim ben sümsük olsam çoktan tav oldum gitti bunlara.
hem süper dalgıçlar, mermi gibi denize dalıp 50 metre dipten balık yakalıyorlar.
hem ayakları mavi.
hem dans etmeyi biliyor.
hem yakışıklı hem karizmatik.
bir kadın daha ne ister 8)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

terör

bu orman yangınları.
biri bana çıkıp bunların kaza, şanssızlık, sıcak hava, dikkatsizlik, takdiri ilahi yahut her ne haltsa işte... bunlar sebebiyle olduğunu söyleyebilir mi?
inandırabilecek biri var mı?
bu terör değil de nedir allah aşkına?
aynı anda 20 küsur farklı noktada çıkan orman yangınının sabotaj olma ihtimali üzerinde duruluyor ne demektir yaaa!
ihtimal ne demek!!!
çok sinirleniyorum.
her gün yangın haberi duyuyoruz.
her gün binlerce canlı yanıyor.
öyle böyle değil hakikaten çok sinirleniyorum.
kontrol altına alınamadı diyen o haberler var ya,
gerçekten çok canımı yakıyor.
ve öbür dünyaya inanan bir olarak tüm kalbimle diliyorum ki:
bu orman yakan teröristler var ya,
allah onları her iki dünyada da yaksın dilerim.
sadece öbür tarafta yanmaları beni rahatlatmayacak.
yaktıkları ağaçlar, orada yaşayan tüm diğer canlılar adına,
bu dünyada da yansınlar diliyorum.

18 Temmuz 2008 Cuma

görüyorum ve arttırıyorum...

gazetelere göz gezdiriyordum, bu haberi gördüm:
"günaha sokmayan diş macunu çıktı"
evet evet, doğru. "günaha sokmayanı" çıkmış.
sevindim.
şimdiye kadar girdiğimiz onca günah bir son bulacak demek ki.
hele benim gibi zil zurna sarhoşken bile "dişini fırçalamayana insan demezler" diyecek kadar diş fırçalama manyağı bir tipin girdiği günahı düşünün.
sırf bu yüzden cehennemin tapusunu üstüme yapar cenabı allah!
ama çok şükür bitti bu sefil hayat, rezil yaşam tarzı.
artık günaha girmeden diş fırçalamak mümkün.
o halde görüyorum ve arttırıyorum:
bir zahmet,
günaha sokmayan diş fırçası,
günaha sokmayan sabun,
günaha sokmayan tencere,
günaha sokmayan dondurma (yok ama. düşündüm de, onun günaha sokmayanı olmaz)
ve bir de günaha sokmayan haber yapın.
tövbe tövbeeee......!

16 Temmuz 2008 Çarşamba

oh beee

kalktı yasak galiba.
durun geliyorum sayfalara
e hi 8)

yasaklıyım yasaklısın yasaklı...

komşulaaarr...
evet evet bizim şirketin halt etmesi. blogspot kontrol paneli dışında blogspot adresleri açamıyorum. teknik servis yöneticisi de tatile gitmemiş mi! dur bakalım, onun eleman ile halledilebilir bişeyse, ona söyliycem. o da yok ben karışmam derse artık haftaya tatil dönüşü rehaveti içindeki teknik servis yöneticisine yalvarıcam. ne münasebet canım! neden okuyamayacak mışım ben sizi?
aha da istifam!
ya blogspot gelir, ya ben giderim demeyi düşünüyorum.
öf yaaa....
yorumları bari görebileyim diye onay mecburiyeti koydum. kontrol sayfasını açabiliyorum ya, oradan okuyorum yorumları.
ha, bi de biyerleri açtım tam-tüm falan diye işaretledim ama ataletim bilmem ki dediğin şey oldu mu 8)

15 Temmuz 2008 Salı

yasaklanmış site!!!

dün rahaaat rahaaat girdiğim blogspot sayfaları bugün yasaklanmış site kapsamına girip engellenmiş.
ay sinir oldum, kendi sayfam dahil hiçbir yere giremiyorum.
gidip teknik servis yöneticisine:
"ay ben blogspota giremiyorum, neden yasaklanmış bu?" diye dert yandım.
dur bakayım dedim.
tekrar denedim.
sadece kendi kontrol panelimi açabiliyorum şimdi.
yazı ekleme sayfası açıldı işte gördüğünüz gibi.
ama sayfamı hala göremiyorum.
yorum mu geldi haberim yok!
kimseye gidemiyorum.
üüüffffff...
du bakalım bunu da yazdık ama yayınlanıp yayınlanmadığından bile emin olamıycam ki sayfama bakamadığım için.
ayol bu blogspotun da ergenekonla bi ilgisi olmasın.
niye durup dururken yasaklansın yoksa!!!

14 Temmuz 2008 Pazartesi

badana ekibi


hafta sonu tam teçhizatlı boya badana ekibi şeklindeydik.
çünkü;
kardeş ve sevgilisi hem yatırım olsun amaçlı, hem de ne olur olmaz, belki de otururuz niyetiyle, banka kredisi çekip ortak bir ev almışlardı.
evde de bir kiracı oturuyordu zaten alınırken.
fakat bu kiracı geçen hafta apar topar evden çıkmış.
tabi bizimkiler zor durumda kaldı.
kira almak şart, ev boş duramaz.
ev kiracıya gösterilecek durumda değil, tek başına oturan kiracı kız anlaşılan pek "ev" muamelesi yapmamış oturduğu yere.
iş başa düştü.
ev komple boyanacak.
iğrenç durumdaki halılar kaldırılacak.
muhtelif onarımlar yapılacak.
cumartesi-pazar bizim ekip tam gün çalıştı bu sebeple.
annem-babam-kardeş-kız arkadaşı-ben-sel.
boyalar, fırçalar-rulolar-kovalar-çaylar-kahveler-börekler.
valla kimse kaytarmadı.
kimse boş durmadı.
sırtımızdan kollarımıza, ayağımızdan bacağımıza, yüzümüzden saçımıza kadar boya olduk ama..
duvarlar gıcır.
parkeler de döşenince cillop gibi olacak bence.
uğraştığımıza değdi gibi görünüyor.
bu vesileyle de ben anladım ki:
zor durumda kalırsak, boya badana işi alıp, hatta ufak tefek tadilat işi de dahil olmak üzere komple bir işe girişip iyi para yaparız.
hani ekip ihtiyacı olan olursa aklınızda bulunsun 8)

11 Temmuz 2008 Cuma

biliyorum saçma ama...

öğlen tatilinden sonra şirkete dönerken, önümde 2 adam yürüyordu.
birinin saçları uzun.
enseden bir lastik toka ile toplamış, sırtına doğru 2 karış falan düz saçlar.
ay nereden aklıma geldiyse geldi işte.
bu saçı uzun adamlardan birini ikna etmeyi başarabilsem de, o uzun saçlara bir dalgalı maşa yapılsa, hani söyle romantik bir görüntü.
adam mı kendinden tiksinir,
saç mı adamdan tiksinir,
görenler her ikisinden de tiksinir mi?
yoksa sakallı ve bıyıklı bir adamın maşalanmış romantik uzun saçları enteresan olduğu kadar ılıman bir etki de yaratır mı?
ay ne bileyim merak ettim işte, göresim geldi.
neyse tamam sustum ve gittim.

8 Temmuz 2008 Salı

kısaca...

ablaları, teyzeleri çerçey'i merak etmişsiniz.
çerçey iyi. sıkıntısı geçti. sadece sıcaklardan sikayetçi biraz pofidik şişko kızım 8)

yazamadım, o kadar çok işim var ki.
zaten maceralı bir gündü dün.
hani şu haber olan banka soygunu olayı var ya.
hah işte o balgattaki ziraat bankasının kiralık kasalarından biri bizim. annemlerin yani. hepimizin ıvır zıvırı duruyor içinde.
dün sel oradan geçiyorken tesadüfen görmüş polis bandını.
merak edip sormuş. soygun girişimi demişler.
"soygun mu, girişim mi" diye ısrar edince de, özel kasaların bazılarının soyulduğunu söylemişler.
şaka gibi.
sel babamı alıp gitmiş bankaya.
dediklerine göre soyulan kasalardan değil bizimki.
ama girip bakmaya müsade etmiyor polis.
henüz inceleme araştırma falan yapılıyor zira.
gidip kontrol edip, gözümüzle görmeden de emin olamıyoruz tabi ama.
bakalım.
tünel kazıp banka kasalarını soymuşlar diyince annem inanmamış dün.
sel telefonda söyleyince ben de inanmadım.
işin kötü tarafı bu kasa soygununda bankanın herhangi bir sorumluluğu olmuyormuş, onu öğrendim ve şaşırdım.
yani bankadaki kasan soyulursa, bankadan 1 kuruş talep etme hakkın yokmuş.
zira kasada ne var, ne yok banka bilmiyor.
neyse, uzatmıyım lafı.
yazacak şey çok ama işe dönmeliyim.
biraz öpücük toplayayım da kuvvet olsun diye geldim zaten 8)

4 Temmuz 2008 Cuma

bişeyler....

çok işim var. ama öyle bir durumdayım ki, işe başlayamıyorum. birşeylerin tamamlanmasını beklemem lazım. ve o şeyler tamamlandığında üstüme bir kova iş boşalacak. sağanak yağmurun yaklaştığını görüyorum ama ne kaçmam mümkün, ne önlem almam. öyle beklemekten başka çarem yok.

ev arkadaşlarımız olan güvercin çiftin yumurtaları oldu nihayet. bir tanesi sürekli oturuyor üstünde. nöbet değişim aralığını yakalasam pencere içine biraz yem ve su koyacağım ama pencereyi açamıyorum o orada oturdukça.

saçlarımı kestirdim. kötü oldu bence. rasgele bir kuaför bulup gittim zaten. bir daha gitmem ona. düşünüyorum da, benim de artık bir sabit kuaförüm olsa daha mı kolay olurdu. hani gittiğinde kişisel muhabbet yaptığın, sendeki değişiklikleri farkeden, tarzını bilen, nazın geçen bir kuaför?

kadın dergilerinden biri yoga DVD'si veriyormuş, dün markette gördüm. aldım. eve gelince bir deniyeyim dedim. sırtımın ağrıma noktalarına bakılırsa doğru yerlere temas edecek gibi ama düzenli yapma azmi gösterebilir miyim bilmiyorum.

şirkete iş yapan biri var, bi amerikalı. yaptığı parça işler için de aylık olarak miktara göre ücret alıyor. işin miktarını, adını, dönemini falan yazdığım bir form hazırlıyoruz. neyse, konu o değil. bu adam her seferinde yanıma gelip "hi, hello" falan diye selam veriyor. aynı şekilde karşılık veriyorum, havaryu falan diye hal hatır soruyoruz. sıkıldım. artık o bana hay dediğinde merhaba diyorum. eşek herif! sen benim ülkemde çalışıyorsun, Türkçe öğrenmen gerekmiyorsa da (ya da beceremediysen bile) en azından "merhaba" demeyi becerebilmelisin! değil mi ama. mecbur muyum ben senin dilinde konuşmaya!

dün çerçey bahçede bişey yedi. hani şu başak gibi bi otlar vardır ya, çocukken ellerimizi açar, avuçlarımızın ortasına koyar, ellerimizi yukarı aşağı hareket ettirerek onların yürümesini izlerdik (aa.. hatta pisipisi mi denir ne) işte çerçey salağı dün onlardan yedi dışarda. sanıyorum boğazına takıldı o tırtıklı kıllı şey. öğürdü durdu ama kusamadı. eve gelince de kusmaya çalıştı ama o şeyden kurtulamadı. bir de sesi kısıldı. ağzını açıp miii demeye çalışıyor ama sinek vızıltısından farklı bir ses çıkmıyor. endişelendim. eve gidince aradım, sonra yine aradım tembihledim annemleri sık sık kontrol edin diye. sabah işe giderken de 2 dakikalığına uğradım tekrar. biraz düzelmiş. annem: "miyav de bakiym" diyor. bizimki ince bi "miii" çıkartıyor. çok korkulacak birşey değildi sanırım ama endişelendirdi beni çerçey kızım.

bugün cuma ama gayet "üüff" modundayım. şuradan bi çıksaydım da, hafta sonu tatiline ulaşsaydım.

1 Temmuz 2008 Salı

kuruş hırsızları

cebinde bir küçük kese ile dolaşıyor artık Sel. hani kuyumcudan altın falan alınca bir küçük kese içine koyar da verir ya bazısı. hah işte o küçük deri keselerden.
içinde de bir sürü 1 kuruş.
neden diyeceksiniz.
kuruş hırsızları yüzünden.
şöyle ki:
sel genellikle kredi kartı kullanmaz.
nakit almayı tercih eder.
malum market alışverişlerinde de ödenecek para genelikle küsuratlıdır.
misal:
25 lira 77 kuruş tuttu.
sel de 26 lira uzattı.
para üstü olarak her zaman 20 kuruş verirler.
gitti mi 3 kuruş.
gitti.
ertesi gün uğradın yine öte beri almaya.
8 lira 13 kuruş diyelim.
uzatırsın 8.25.
verirler üstüne 10 kuruş.
gitti 2 kuruş daha.
bir-üç-beş derken artık sinirlenmeye başladı tabi.
önce kasiyere söylüyordu:
-2 kuruş daha vermeniz gerek, 8.13 tutmuştu.
cevap hep aynı:
1 kuruşumuz yok.
bazen ukala ve gıcık (belki onlar da haklı gün boyu milyon tane cins müşteriye dert anlatıyorlar) kasiyer "al da sus" ifadesiyle 5 kuruş verir.
hayır sinir bozucu gerçekten.
piyasada 1 kuruş diye bişey olmasa anlarım.
ama madem 1 kuruş tedavülde, o zaman para üstümü vermek zorundasın kardeşim.
1-2 ya da 3 kuruşun benim için değerli olup olmadığının kararını neden market, ya da kasiyer veriyor ki.1 kuruşun yoksa ürün fiyatını 2.99 diye yazma bana!
ben de kızıyordum.
sonra sel 1 kuruşlar taşımaya başladı.
gitti mi bizim 3 kuruş, sel çıkartıyor kesesini:
-ben size 2 kuruş vereyim, siz de bana 5 kuruş verin.

adam para kazanmak için çok uğraşıyor, kuruşlarının peşine düşmesini gayet anlayışla karşılıyorum. hem zaten önemli olan yaklaşım, değil mi ama 8)