24 Haziran 2008 Salı

hala cumartesi....

Cumartesi gününü yazdım ya ana hatlarıyla. Şimdi detaylar:

Malum düğün hazırlığının bir aşaması da kuaför faslıdır.
Şahsım pek kuaför kullanan bir tip olmadığımdan da gözümde çok büyür.
Annemle konuştuk, o da gidecek kuaföre tabi.
Ama ayrı ayrı gideceğiz. Zaman kaybı olmasın diye.
Ben maşa yaptırayım dedim.
Saçlarım maşalanacak uzunlukta nadiren oluyor zaten, şimdiki boyu kurtarır gibi.
Ama geçen senelerdeki bir tecrübeme göre bu maşa işi uzun sürüyor.
E bir de kuaförde bekleme faslı olsa...
En iyisi dedim, 3,5 falan gibi çıkarsam, 4.5-5 gibi evde olurum, hazırlanırım sonra.
Çıktım.
Evin en yakınındaki kuaförlerden birine girdim ki kimse yok.
Oh!
Dedim saç maşalanacak da ne kadar sürer?
Adam dedi: yarım saate çıkarsınız.
Salak dedim içimden, bu bilmiyor herhalde.
Zira birini çağırdı beni oturttuktan sonra.
Genç bir delikanlı geldi.
Elinde maşası.
Dedim ki:
Saçlarım çok çabuk iner, aman dayanıklı olsun, zaten açık havada olacağız, rüzgar, müzgar...
“Korkmayın” dedi, (niye korkayım?) bu saç inerse ben de işi bırakırım.(ona ne şüphe!)
Ayırdı bir tutam, sardı maşaya, sarması ile açması bir oldu.
Açıkladı:
Bu maşa başka maşa.(tekerleme söylüyor mübarek), herkes yapamaz bundan. Bakın hemen sarıp açıyorum, hoop tutuyor, neden, çünkü 200 derece!
Ay ütü gibi, dedim. İçimden de ooy gitti saçlar diyorum.
Evet dedi, kullanmak ustalık ister, zaten maşa da pahalı, her yer almıyor bunu.
Evet de dedim, benim saç çok dayanıksız, onun için şeyettim ben.
Ben şimdi buna sprey de sıkarım 6 ay bozulmaz dedi. (yıkanınca da mı bozulmuyor?)
Derken nasıl olduysa askerlik anılarına transit geçiş yaptı. binbaşının karısının saçını mı maşalıyormuş istanbulda ne, öyle bişeyler. bozulmuyormuş falan.
Bu arada benim saçın neredeyse yarısı tamamlandı.
Dedim ya kuaförde benden başkası da yok, çocuk mecbur bana sordu: akşam maçı seyrettiniz mi!
-ay seyretmez olur muyuz?
Başladık maç muhabbetine. Artık ben sağdan soldan duyduğum maç muhabbeti kelimeleriyle sohbet yürütmeye çalıştım. Muhteşemdi, süperdi, çoştuk falan dedim (yalan değil seyrettik ama, benden ne kadar maç muhabbeti çıkarsa artık.)
Neyse, ben diyim 15-siz diyin 20 dakika sonra bitti benim saç.
Arkalar iyi ama önler ı-ıh!
Zaten kuaförden çıkıp da saç beğendiğim ne zaman görülmüş, illaki evde müdahale edicem buna ben diye çıktım, eve geldim.
Sel hala çalışıyor tabi, rahat rahaat hazırlanırım.
Geçtim ayna karşısına Pembe tonlarında bir güzel makyaj yaptım.
Düğün münasebetiyle fondöten falan sürüldü, allıklar, ışıltılı rujlar, bool maskara....
Sıra giyinme faslında:
Elbisem ince parlak bir kumaş, böyle mor mu desem, lila mı desem.
Sırtı açık, göğüs de dekolte.
Giyindim.
Yüksek topuklu ayakkabılar da tamam.
Hazırım.
Kapı çaldı.
Hoşgeldiiiin.
Ooooooo........
Naber?
Ooooooooo.....
Sel hadi git sen de giyin de annemlere gidicez ya önce.
Oooooooo.....
Sel pek beğendi. Yani ilk etapta. Sonra gözü açıldı:
-e bunun yaka çok açık.
-ay ben düzeltirim onu.
-ya böyle mi duruyordu bu, fazla değil mi?
-aman seeelll.. beraber almadık mı elbiseyi.
Çarşıya çıkmış saç baş dağınık bi tipin üzerinde gördüğü elbise, ful makyaj birinin üzerinde görünenden farklıymış demek ki 8)
Sel giyindi.
Ceket cebine mendil koyacaktı, vazgeçti.
-Sen böyleyken ben fazla kibar görünmiyim, mendil istemez!
Çıkıcaz.
Baktım elinde bi küçük tesbih.
-bu ne?
-tesbih! Sana bakanlara bakıp bakıp sabır çekicem.
Elinde nerden bulduysa bulmuş, bir küçük siyah tesbih sallayıp tip tip bakıyor.
Çıktık.
Benim üstümde kot gömlek.
Neden?
Apartmandan çıkarken kapıcı bayramın gözleri bayram etmesinmiş 8)
Annemlere gittik.
Kızlar makyajları yapmış, giyinecek.
Kızlar dediğim annem ve kardişin sevgilisi.
Karşılıklı iltifat ediştik.(ediştik? Böyle bir kelime var mı yahu?)
Neyse giyinildi, miyinildi, çıkıldı.
Düğünün kaba taslak anlatımı önceki yazıdaydı zaten.
Ayrıntılar:
Bir masa başında ayakta duruyoruz.
Yakınımızda iki kız, tiki desem çok az kalır, o derece.
Fotoğrafçıya resim çektiriyorlar ama poz poz.
İkisi beraber,
Teker teker,
Bi o yandan,
Bi bu yandan...
bi sağdan,
bi soldan.
Bakıp gülüştük. Kesin manken olma, keşfedilme sevdalısı bunlar diye.
Sonra ben bi ara tuvalete gittim, ruj tazelemeye.
Dönerken bir de ne göreyim:
Annem bu tiki kızlardan biriyle canciğer durumda.
Beni de çağırdı:
-gel gel bak kim var burda?
(kim kısmını hakikaten merak etmekteyim o sıra!)
Anacığım meğer kız Gizem’in kuzeni değilmiymiş, ben bunu en son ilkokul başlangıcında falan görmüştüm, o zaman da çok bilmiş, poz poz, ukala, zor bir çocuktu.
Biz bunla sarılıştık.
Aaaa.. ay ne çok zaman oldu, valla tanıyamadım falan muhabbetleri.
canım cicim lafları,
ne güzel olmuşsun da, nasıl hoş görünüyorsun iltifatlaşmaları.
Masaya döndüm, bizimkiler hayretle bakıyor bana. Patladı kahkahalar.
Düğünün ilerleyen saatleri.
Düğün fotoğrafçısının çektiği resimleri almaya gitmişiz sel ile.
Dikkat edin, gitmişiz diyorum. Hatırlamıyorum. Zaten merdivenden çıkarken düşüyormuşum.
-bir adım attın, ben de aynı basamağa geldim, sen öbür adımı atarken geriye doğru yaslandın, zor bela seni tutup, iki basamak indim, arkandan ittirdim, sen gülüyordun dedi sel. Yuvarlanıyormuşum. Allah allaaaahh... hiç farkında değilim ama asla sarhoş hissetmedim ben düğün boyunca kendimi.
Neyse, almışız resimler
Ben pek beğenmemişim ama sel almış.
Aradan biraz zaman geçmiş, yeni resimler çıktı diye tekrar gitmişiz sel ile.
-Resimlere baktın baktın, aaa bizim de olacaktı, çıkmamış diye söylendin, diyor sel.
-kuzu aldık ya onları biz.
-yaaa, nerde, ben de bakıyım.
-e beraber aldık da baktın ya,
-yooo görmedim ben!
Balık hafızası durumu!
Ama dedim ya, anı yaşarken aklım başımda sayılır, sonra unutuyorum.
Bir ara gizem’in gelin çantasını elimde buldum mesela.
Gizem koşa koşa gelip içi tıka basa dolu çantayı sel'e tutuşturdu gitti.
Sel de bana verdi.
Ben de sarhoşum.
Ama ne yaptım, bu sorumluluğu layıkıyla yöneterek, gidip Şükran Teyze’ye ilettim çantayı.
Neme lazım, gelin çantası bu 8)

Velhasıl, bir hafta sonu böyle geçti.
Manyak bilokçu yüzünden de yazmaya hasret kalınca, uzun uzun yazayım dedim.
Öpücükleri nereye bırakıyorduk burada yahu, yabancıyım daha.