23 Eylül 2008 Salı

promosyon

konya da,
bayramın ilk günü ölenler bedava gömülecekmiş.
masrafları belediye karşılayacakmış.
şimdi,
esasında gayet iyi niyetli bir hamle olabilir.
bayram sevinci kursağında kalan, belki gerçekten de yaptığı ekstra masraflar dolayısıyla bir masrafa daha zor katlanacak durumda olan ailere hiç değilse "o kısmı siz düşünmeyin" demek anlamında.
ve fakat,
insan düşünmeden de edemiyor:
belediyenin hizmetini suistimal etmek isteyen ve bayramın ilk günü intihar eden olur mu?
e malum,
bişeyleri suistimal etmeye pek meraklı bir milletiz.

19 Eylül 2008 Cuma

önemli keşif

annemin sesini beklerken o açtı telefonu.
kardeş.
izinliydi bugün evde.
-e naber
-noolsun yaa.. sinir oldum.
-hayırdır?
-kavga ettik yine?
-e sebep?
bizimkiler kavga etmiş yine telefonda.
kardişle sevgilisini diyorum.
-akşam arkadaşlarla yiyelim yemeği dedim, zaten dışarda yiyelim diye konuşmuştuk. gelip seni işten alayım dedim, yok eve gitmem lazım dedi, eve götürür beklerim dedim, banyo yapmam lazım dedi, yap dedim, saçını fönlemesi zaman alıyormuş, e fönleme dedim, o zaman gidip kuaförde yıkatıp fönleteyim dedi. bu ne yaa!
8)))
devam etti:
yok ama ben şimdi fark ediyorum, bu kuaför olayı evliliklerde ciddi sorunmuş meğer. maddi manevi. haftada kaç kere kuaföre mi gidilir yaaaa!!!!
güldüm.
belli ki kızceğiz bugün görüntüsünden memnun değil.
o görüntüyle ne kardeşin, ne de onun arkadaşlarının karşısına çıkmak istemiyor.
kardeşi fazla bekletmek de içine sinmiyor.
iftarı kaçıracak olmasına razı gelemiyor.
o halde yanına da gelemiyor.
sıkıntı!
bizimki bu derece ciddi olan ilk ilişkisinin içinde olduğu için de "kadınların güzel görünme telaşına" yakından tanık oluyor.
ben malumunuz.
saçı ancak kestirmek için kuaföre giden bir şahsım.
birkaç yılda bir düğün dernek durumunda föne, maşaya gitmişliğim vardır.
boya amaçlı ilk gidişim de geçen cumartesi uçlarını boyatmak için olmuştu. (kırmızı saçlarımı bile kendim oluşturmuştum. oluşturmuştum diyorum zira dipten uzayanların boyanıp kırmızı olması ve diğer kısımların siyah devam etmesi süreci sonunda saçın tamamının kırmızıya dönmesi birkaç senedir)
ötesinde ne boya, ne fön.
zaten senelerce kısacık gezdiğim saçlarımı kuaföre götürecek durumum yoktu.
diğer yakın örnek annem.
o da senelerce senelerce kısacık kesilmiş saçlarla dolaştı.
zaten bukle bukle olan saçları da uzamaya meylettiğinde bile kuaföre ihtiyaç duymazdı.
yani,
haftada birkaç kez kuaföre giden,
fönsüz dolaşmak istemeyen,
kuaföre ciddi kaynak akıtan ilk kadın, kardeşimin hayatındaki, nişanlısı!
çapkın kardeşimin 3-5 gün-hafta-ay süren diğer ilişkilerinde sorun olmayan bu bakım-kuaför konusu, şimdi evlenme hazırlığında olduğu nişanlısı söz konusu olduğunda gözüne batmış anlaşılan.
güldüm.
e kızsal konular bunlar canım, olabilir, bugün öyle görünmek istememiştir sana dedim.
vıdı vıdı vıdı... söylendi.
kapattık.

ay bakımlı olmak da dert yahu!
ne sıkılmıştır kısçe şimdi.
bizim çocuk da daralmış, oruç siniri de başında.
spk sınavı bir yanında, aikido sınavı bir yanında.
istanbuldan kanka gelmiş görüşülecek.
nişanlı saç der, fön der.
ders çalışayım diye evde kalmış, tv'de car car konuşan kadınlar...
hay allah!!

18 Eylül 2008 Perşembe

güz modu

özlediğim bir hava var dışarda.
yağmur ihtimalli, kapalı, hafif rüzgarlı.
gece yağan deli yağmurdan sonra yerler ıslak.
kulağımda eski tangolar tıngırdıyor.
Şecaattin Tanyerli , Seyyide Poroy, Seyyan Hanım, Mualla Saylık, Mahmure hanım, Mefharet Atalay.. kibar kibar söylüyorlar.
isimlere dikkat eder misiniz 8)
bulut çekildi güneş açtı.
kitabımı dışarda okumalıyım bu öğlen, biraz da yağmur çişeleyecek olursa, sürekli burada bıraktığım, o eski kalın örgü şalı alır çıkarım dışarı. rahmetli babaannemin şalını.
ama benim bu psikolojiyle evde olmam gerekmez miydi?
üzerimde şalla balkonda yağmuru izleyip ürperirken, elimde kitap ve kulağımda tangolar olmalıydı.
özlemişim ben sohbaharı.

16 Eylül 2008 Salı

severim-sevmem

Emre Aydın-severim. ki dinliyorum şu anda. hem şarkıları güzel, hem sesi iyi, hem çocuk yakışıklı. e daha ne olsun.

Baş ağrısı -sevmem. kimse sevmez tabi de. bi de ilaç alma konusunda da sıkıntılıyım. ağrıyı çekemez olana kadar çekiyorum.

Alırken üzerime tam olduğu halde sonradan bollaşan kotlar- sevmem. insanı zayıflamış psikolojisine sokuyor ama esasında zayıflamış olmadığın için aksine kilo almaya sevk ediyor.

Makyaj malzemeleri-severim. maskara özellikle seviyorum. en önemli makyaj malzememdir.

Kuyumcu vitrinleri-eskiden hiç sevmediğim halde şimdi sever olduğum bişey. yaşlandıkça kuyum'a mı merak saldım ki.

Kıymet bilmeyen insanlar- sevmem. biri senin için bişey yapıyorsa, bi zahmet özen göstereceksin. oda arkadaşlarımdan biri, bir diğerinin çocuğunun yaşgünü için bir hediye alıp masasına koydu. bahse konu arkadaş geldi, gitti, birileriyle konuştu falan filan. niceeee sonra masasında klavyenin üzerinde duran koca paketi fark edip uzaktan bi "teşekkür ederim" dedi. ne paketi açmak, ne hediyeye bakmak. paket öylece duruyor konulduğu gibi. sinir oldum. hayır sana ne! derseniz haklısınız tabi, bana ne de, ne bileyim, sevmedim işte.

Birini aramak için telefonu elime aldığımda o birinin beni araması-severim.

Klasik müzik-severim. hafta sonu saçlarımın uçlarını boyatmak için gittiğim kuaförde klasik müzik çalıyor olmasaydı sabırla 2 saati geçiremeyebilirdim.

Park yerlerine daire numarası yazılması rağmen arabasını rasgele bırakan salaklar - sevmem. sonunda bir yazı bastırıp yapıştırıcam apartman kapısına "oturduğu dairenin numarasını ezberlemekten aciz olanların ehliyet sahibi olabilmiş olmaları şaşırtıcı" diye.

İftara birkaç dakika kalması-severim. yemek hazırsa daha da çok severim.

tatil planı yapmak-severim. bayramda antalyaya kaçmak, sezon bitmeden denize atlamak fikri şimdiden sevindiriyor beni.

kafamdan öpücük sektirilmesi-severim. zaten bi tek sel yapıyor. "kafadan bi öpücük sektireyim mi" diyip alnımdan hızlıca bi öpücük sektiriyor.

kedi-köpek-kuş-falan filan-severim. hayvanlar olmasa dünya çok süssüz ve tatsız olurdu.

kırmızı ojenin tırnaklarımı boyaması-sevmem. asitonla uğraş uğraş, yine de bi pembelik kalıyor yahu.

yeni bir kitaba başlamak-severim. yeni insanlar, yeni hayatlar. bir de sürükleyici ise yeme de yanında yat (ki, yemek zaten mümkün değilken, yanında yatmak çok mümkün oluyor)

yazacak konu bulamayıp saçmalamak-sevmem. e ama bazen oluyor işte.

konu bulamamış olmama rağmen yazı yazmış olmak-severim. en azından zaman geçiyor.

değiş tonton

e sıkıldım ben bu taa geçen haftanın haftasonunu anlatan yazıdan.
ama yazma isteğim yok.
yazmasam da yazının oradan kalkacağı yok.
eee....
ihtiyaç halinde rasgele bi yazı yazıp kendisi yayınlayıveren bir özellik olsun blogspotta.
istiyorum.

8 Eylül 2008 Pazartesi

haftasonu

insanların zevklerinin -hele de kocası, sevgilisi falan gibi birisiyle-benzer olması önemli galiba.
hadi genelleme yapmıyım ama,
en azından film konusunda anlaşabilmek önemli yav.
niye diyorum bunu.
çünkü benim kardişle zevklerimizin uyuşmaması yüzünden beraber film izlemek zor oluyor.
cumartesi akşamı kardişle tatlı nişanlısı bize geleceklerdi.
yemekten sonra da film izliycez.
de, ne izliycez?
şimdi bunlar gündüz çarşı pazar dolaşıp yüzük almak için uğraşıp, benim cins bıradır da beğenemediği için sonunda kriz geçirip, bir yüzükte karar verip ve fakat kavga da edip, geldiler bize.
barışma faslı ardından, yemek sonunda film almak üzere evden çıktık.
ben istiyorum romantikkomedi, hadi komedimacera falan gibi bir hafif film.
kardeş olacak ruhsuz, romantik film asla seyretmiyor.
korku gerilim falan seyrede seyrede manyağa dönmüşsün sen diyorum ama nafile.
sel bilim kurgu meraklısı.
kızceğiz zaten yeni barıştıkları için sorunsuz kişi kıvamında. aykırı hiç bir talebi yok.
o olmaz, bu olmaz, beriki korkunç, öteki gerilim falan derken..
sonunda rambo aldık!
rambo'cuğumun emeklilik öncesi son rambo filmi.
eh.
ilk ramboları seyrettim, bilirim.
filmin ötesinde john rambo karakterini de severim. hani o ilk filmde bi ağladı ya bu, ben burada yabancı kaldım deyü, hah beni orada vurmuştu zaten.
neyse geldik eve, koltuklar hooop sinema düzeni aldı.
başladık.
ayyyhhhhh...
kan revan kol kafa bacak ...
vıcık vıcık kan
patır patır insan parçası
ay bu ne?
böyle değildi ki bu rambolar.
allahım içim şişti.
kan ve insan parçası görmekten midem kalktı.
rambo hatrına zor dayandım vallahi.
üüüff...
neyse bitti.
balkonda niğde gazozlarımızı içerken biraz rüzgar esti de kendime geldim yahu.

sonra ertesi gün.
ben bikaç güzel film izlemezsem kendime gelemiycem dedim.
damdaki kemancıyı koyduk.
tralalala lala lala laaa...
ama tamamlayamadık.
kardeş ve nişanlısı gelecekler akşama yine, çok şükür bu kez kavga gürültü yok.
oohh canımıza minnet.
dünkü yemekler hep artmıştı, sel ve ben 1 haftada ancak tüketirdik.
-menü aynı ona göre, dedim.
geldiler.
film de almışlar.
ne mi?
300 spartalı!
o filmde çok kan revan varmış, ben izleyemem dedim diye sel de izlememişti halen.
kardiş almış gelmiş.
4. kez seyredecem ben dedi.
dünün üstüne seyredersen, anca şimdi seyredersin sen bunu, arayı soğutmadan dedi.
yaaaa.. damdaki kemancı?
-ne damı ne kemancısı?
tamam aşk ve gurur izleyelim, ruhumuz dinlensin, ha?
-bana uymaz.
kardiş cins!
kızceğiz alışmış:
-biz hiç romantik film seyretmedik biliyor musunuz?
eh ev sahibiyiz, misafirin alıp geldiği filmi geri çevirmek olmaz
koltuklar sinema pozizyonu
başlasın.

itiraf edeyim, rambodan sonra daha kötü gelmedi bana.
zaten animasyon seyreder gibi seyrettim.
e sahneler de çok artistik, renkler, görüntüler güzel.
ama yoruldum.
iki günde onca ceset beni boğdu.
ben ki bu kadar ölümlü filmi 1 senede izlemem.
2 günde ölü yağdı ekrandan.

şimdi,
akşam elveda rumeli.
olmadı üstüne bi aşk ve gurur.
içim diner biraz.
püf!
yoruldum yav.

5 Eylül 2008 Cuma

kısa kısa.

dedim ya "benim işim yok, soğuttunuz beni çalışmaktan" diye.
bana da dediler ya, "valla da çok işin olacak ama proje tam netleşmedi, kapsamı belli olmadı o sebeple beklemedesin" diye.
benden günah gitti.
sabah 9dan şu saate kadar -ki 11 olmuş- gazeteleri okudum.
yazarlar, haberler vs.
kardişin nişanlısı erkek milletinin manyak olduğunu ifade eden bir video göndermiş.
ona gülüp cevap yazdım.
iki yazıştık.
öğlen tatiline 1 saat var.
o arada da biraz almanca çalışayım diyorum.
ne alaka diyecek olursanız.
e boş duracağıma öğreneyim.
süper bi kaynak bulmuştum.
hatta 2 sene önce falan biraz çalışmış, ve tek tük de bişeyler anlar hale gelmiştim.
sonra iş yoğunluğu ve tembellik huyum nedeniyle bıraktım ve unuttum tabi.
bu "ay yedi bitirdi bunlar beni, iş tatminim sıfır" bunalımında aklıma geldi yine.
ayol ben bu boşlukla 2-3 ayda almancayı epey bi ilerletirim be dedim.
bari o faydası olsun bana.
hah,işte şimdi 1 saat almanca çalışayım.
sonra öğlen tatiline çıkıp-ya da çıkmayıp- kitabımı okuyayım.
öğleden sonraya da allah kerim.
akşam da zaten annanem yemeğe götürecekmiş bizi cümleten.
çıkışa kadar da bi şekilde oyalanırım artık.

4 Eylül 2008 Perşembe

bugün

dün sinir tepemdeydi malum.
iş mevzuunda.
insna ilişkilerimde problem olsa, çoktan basmıştım istifayı da.
seviyorum çalışma arkadaşlarımı.
ama bi yere kadar.
işim yok.
boş boş durmaktan, salak salak işlerle zaman harcamaktan bunalmıştım fena halde.
ya bana iş verin, zam yapın, ya da gitcem haaa modundaydım.
departman yöneticisiyle konuştum bugün.
dedim ki:
ben çok sıkıldım.
öyle böyle değil çok sıkıldım.
boş boş oturup, gazete dergi sayfası gezmekten bunaldım.
niteliklerimi kaybediyorum.
yeter!
çok iyi bir adam.
gerçekten.
elinden gelse istediğim her şeyi yapmaya uğraşır ama.
onun da elinden gelen bir yere kadar.
bir süredir bekleyip sıkıldığım bir proje vardı.
onun mutlak muhakkak başlayacağından söz etti.
tüm zamanımı alacağından.
hatta bir yardımcıya ihtiyaç duyacağımdan.
neyse.
eh.
bakalım dedim.
görücez.
de,
üstünden 10 dakika geçmeden telefonum çalmaz mı.
saklambaç hanımla mı görüşüyorum?
evet benim.
meğer, bunlar kariyer net üzerinde bulunan cvmi görmüşler.
bir pozisyon için düşünüyorlarmış.
ama hala aktif durumda olup olmadığını, hala iş arayıp aramadığımı öğrenmek istemişler önce.
tamam dedim.
teklife açığım 8)
peki, listeye alıyorum sizi, tekrar dönücem dedi.
kapattık.
yaaaa..
kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş derler.
du bakalım.
e hi 8)

3 Eylül 2008 Çarşamba

bu ne be, ne bu be, bu ne!!!

sıkıldım ben.
ay öyle böyle değil ama çok.
işim yok.
zaten olsa da yapasım yok.
öyle soğudum yani işten güçten.
hayır zaten yaptığım işe ruhumu veriyor değilim ki anacım, niye sevineyim iş var diye.
sevmediğim şey.
ama düşünün, yine bile işsizlikten sıkıldım.
zaten gideyim bi çay alayım, bi kahve içeyim de diyemiyorum.
e malum insan bünyesinde sıvı alımı sınırlandığında.....
ay yani tuvalete de gitmiyorum.
he, gidip bi aynaya falan bakıp, zaten çıkmayan rujumu tazeliyorum arada ama..
yetmiyor.
yaş günüm için yan masamdaki kızlar çiçek almışlar sağolsunlar.
saksı çiçeği.
sabah bi gidip karton bardağa su alıyorum, onu suluyorum.
eee...
başka niye gidicem ben mutfağa?
otur otur otur otur....
bak yazarken bile üst üste gıcık geliyor insana.
bi de yaptığını düşün!
sıkıldım.
öyle çok anlık bişey de değil ha,
eni konu bu şirketten sıkıldım zaten.
yakın çalıştığım insanları sevmesem daha duracak gibi değilim.
ama seviyorum.
aksiliğe bak!
hayır bi de ben iş hayatına profesyonel yaklaşan biri de değilim ki.
illa sevicem, sevilicem.
e burada da bu var.
istifa edemiyorum.
ama maddi manevi tatminsizlik duyuyorum.
üff..
ramazan da üstüne tuz biber zaten.
sahura da kalkmamışız ki.
bi gözümü açtım.
daha doğrusu açtık.
nasıl bir denk geldiyse sel ve ben aynı anda gözümüzü açtık.
bir anda, havanın aydınlandığını fark etmemle birlik, yüzümde bir dehşet ifadesi dolaştı galiba.
sel:
-evet, kalkmamışız, dedi.
yaaaaa... diye mızırdadım.
ama taze pide, leziz tulum, reçeller, zeytinler....
yarın yeriz dedi.
üüfff...
uyudum çaresiz.
sabah kalkamadım.
zaten kahvaltı faslı yok diye geç kalkıyoruz.
iyice geciktim.
saçlarımı beğenmedim, sonunda toplanabilir boyda olanları en tepede topladım.
makyajımı sevmedim. niye sürdüm bu kahve farı?
kahve ince bir pantolon, beyaz askılı tişort.
kahverengi uzun kolye.
kahve küpeler.
altına beyaz spor ayakkabı.
giyemem topuklu ayakkabı bu psikolojiyle dedim Sel'e.
sanki onu çok ilgilendiriyor ne giydiğim.
çıktık evden.
zaten geç kalmışım.
arabaya binerken hatırladım:
-ya bunun da alarmı mı bozuldu anahtarı mı bozuldu anlamadım ki.. kapatırken ciyuv ciyuv ötmeye başlıyor.
iki gün oldu aynı şey.
iş yerinde arabayı park edip indim.
kapıyı kapatıp, anahtarın kapatma düğmesine bastım.
kapanmadı.
kapıyı tekrar açıp, tekrar kapatıp, tekrar bastım düğmeye.
nafile.
e bu kapı açık mı kalacak?
bi daha denedim.
o ne?
ciyuv ciyuv ciyuv ciyuv....
ay kabus.
susmuyor da lanet şey.
en nefret ettiğim seslerden biri.
daha arabayı alırken demedim mi ben şunun alarmını bozalım, çıkartalım bişey yapalım diye..
üf ki ne üf.
aç kapa, aç kapa falan derken sustu salak alet.
ne süper bir başlangıç güne.
neyse,
bugün de olursa öğlen gelip alayım dedi sel.
sabah korkarak bastım düğmeye.
piyuvp.
hah kapandı.
kapandığından eminim de ses tam öyle olmayabilir.
neyse.
9-12 geçti
13-18 daha eziyetli.
bir de saçma sapan bir iş bulaştı üstüme.
işim değil,
bilgim yok,
sorumlusu değilim.
yardımcı olma adına üstüme kaldı.
bi de mızır mızır sorunlar, eften püften aksilikler çıkıyor mu?
ayyyhhh....
bayilazayim.
kitabım masamın üstünde yatıyor öylece.
ay ne var onu okusam!
3 saat var daha çıkmama.
ne saçma bi gün yaa.
ne saçma.
ne bu yaa!!!

2 Eylül 2008 Salı

süreyya

eski iran şahı muhammed rıza'nın eski eşi süreyyanın hayatını okuyordum bir süredir. kendi yazdığı hayat hikayesini.
o iran ile bugünki iran arasında ne kadar çabalarsam çabalayayım bir bağ kuramıyorum.
ne yazık.
kız öğrenci kampında öğrencilerle yüzen imparatoriçe süreyyadan,
kayak yapan, ata binen, eldivenli, şapkalı, tayyörlü süreyyadan,
birkaç dil bilen, pek çok şeyle ilgilenen tahsilli süreyyadan,
rıza'nın kararlarında etkili olan, siyasetin içinde süreyyadan,
adamın arkasındaki duvara düşen gölge gibi duran, "ne" olduğu belirsiz yeni "first layd"ye.
ne acı.
çocukları olmadığı için ayrılmış süreyya ve şah rıza.
istemeden.
malum veliahtlık durumu.
veliahtı ancak bir sonraki eş, farah diba verebilmiş şaha.
ama ne veliaht!
neye yaradı ki...
neyse, mevzu o değil.
okurken dikkatimi çekti.
imparatoriçe olmak da zor anacım.
gencecik kızın hayatı nasıl yön değiştirmiş.
evlenince de,
boşanınca da.
çok detay oldu ilgimi çeken.
şaşırdıım!

1 Eylül 2008 Pazartesi

başlangıçlar günü.

bi sürü şey başladı bugün.
ramazan mesela.
zor gelmesine rağmen genelde bütün ramazan oruç tutup tutup da, sonunda "ooohhhh bir sene yok artık, rahatız" diye bayramı karşılamamız daha yeni gibi sanki.
hoşgeldin 11 aylar! diye gülücükler saçarken sultan geri geldi işte.
nasıl geçti 11 ay yahu.
eh.
tutarız bakalım yine tutabildiğimizce.
iftar, sahur, açlık, bi engellenmişlik duygusu, beraberinde bir görev tamamlama tatmini...
hadi bakalım.
çevremizde tutan da kalmadı ama.
biz tutalım.

sonra yeni yaş.
kardeş ve benim 4 sene sonra aynı geceye denk gelen doğumlarımız.
ama 12'den öncesi ve sonrası işte.
dün oydu, bugün ben.
amaaaannn..
zaten yaş mı söylüyorum ki.
sorana doğum tarihi söyleyiveriyorum.
o hep aynı ya, alışmak kolay.
yoksa yeni yaşıma alışmam mümkün olmuyor ki.
daha 3-5 sene öncekine alışamadım zaten.
yeni yaşı da hiç umursadığım yok.
zaten belli olmuyor 8)

yeni hafta.
oruç tutarken çalışmak zor geldiğinden pazartesi sendromu bugün iyice katmerlendi.
benden başka tutan yok ki burada.
oran %1 yani şirket genelinde 8)
ay pasta masta olayına girmeseler bir de.
sevmem de öyle şeyleri.
yiyemiyeceğim pastayı da niye keseyim.
üf.

diğer başlangıç tv'lerde.
yeni sezon.
benim dizi de bugün başlıyor işte.
yine başlarım rumelice konuşmaya.
zaten artık "kadar" diyemiyorum ki, uzun geliyor.
"ka" diyivermek varken 8)

sonra okullar başlıyor.
birinci sınıf bebeleri bugün tanışacaklar okulla, sınıfla, öğretmenle.
ay ne gıcık aslında.
o-hoooo
senelerce oku şimdi.
ödevler, sınavlar, dersler...
yazık yav.

sonbahar da başlıyor.
takvim bugün sonbahar başladı diyor işte.
bitti koca yaz.
yapraklar sarı, sıcaklar geçici artık.
bugün güz başlıyor.

ramazan-yeni hafta-yeni ay-yeni yaş-okullar-sonbahar-yeni sezon....
ne çok şey başlıyor bugün.