20 Ağustos 2008 Çarşamba

çocuklar üzerine bir gözlem

tatile giderken, evden çıktıktan sonra annemlere uğradık. orada yemek yiyip yola devam edeceğiz.
çantamdaki anahtarları orada bıraktım ayrılırken.
anahtarlığa takılı 6 adet anahtar ağırlık yapıyor.
3 anahtar bizim ev için, 3 anahtar annemlerin anahtarı.
ne taşıyacam yanımda!
bıraktım.
fakat gelince almayı unutmuşum. üstelik pazar günü gidip oturduk da annemlerde.
pazartesi günü iş çıkışı eve geldim doğruca.
arabayı park ettim, apartman girişine yürüdüm, çantamı açtııııım.....
hatırladım.
anahtarlarım yok.
sel'i aradım:
-seeel... ne zaman çıkacaksın?
-hayırdır?
-anahtarım yok, kapıda kaldım.
-tamam çıkarım az sonra.
gizemlerin arabasına baktım (hatırlarsınız, geçenlerde evlenen, aile dostumuzun kızı, hani düğününde zil zurna sarhoş olmuştum. üst katımızda oturuyorlar ya.) yoklar.
mecbur dışarda bekliycem.
apartmanın tam karşısı park.
çocuk parkı da var.
gidip bir banka oturdum.
yanımda kitabım yok, mecbur etrafı izliycem.
izledim.
şimdi gözlemler:
çocukların yarısından fazlasında, yani bir sürü çocukta, kova ve kürek var.
hani plajda oynananlardan.
tuhaf geldi bana.
her bir bebek yakını-kimi annane, babanne, kimi anne baba- yanında bir çanta taşıyor.
mutlaka bulunması gerekenler var demek.
ıslak mendil,
su,
kova kürek.
yerler çakıl taşı.
toz toprak.
sahipleri (ebeveyn olabilir ya da olmayabilir, sonuçta o sıra çocuğun sahibi olan yetişkin) onları yere oturtuyor yada oturmasına izin veriyor, ve eline hemen kova kürek veriliyor.
kovası küreği olmadığı için diğer bebenin kovaküreğine sulalan bebenin sahibi hemen bir bankın kenarına astığı çantadan kova kürek çıkartıyor.
hepsinde var!
kum yok ki kale yapılsın.
tek yapılabilen taşları kürekle kovaya doldurmak ve boşaltmak.
ne saçma geldi.
bebeler bir kaç cins.
özenle giydirilmiş temiz çocuklar var.
eşofman türevi rahat giysilerle oynayanlar var.
saldırganlar var,
sakinler var.
kendi de çocuk olmasına rağmen abi-abla havasına girmiş, diğer bebeyi sahiplenenler var.
çirozlar ve şişkolar var.
annanesiyle parka gelen 2 yaşlarında bir erkek bebe,
babasıyla gelen 4 yaşlarında bir kız bebeye üstünlük kurdu gözümün önünde.
kovasını aldı.
kendi kovasını da vermedi.
kız bebe mızırdadı.
kumaş pantolon ve gömlekli, muhtemelen işten yeni gelmiş olan sakin baba, kızını "o bebek, kardeş" falan diye sakinleştirmeye çalıştı.
çakal erkek bebenin sahibi teyze kız bebeyle ilgilenip, babasından hakkında bilgi alarak ilgilenme yoluna gitti. adını öğrendi. ıslak mendillerden iki tane getirip onun da elini sildi.
bi sürü kadının ve çocuğun arasında sıkılan baba tombik ve ezik kızını teşekkür etmesi yönünde uyarıp, sonra da ilgisi dağılan çakal erkek bebenin önünden kova ve küreği kaçırıp, kızıyla uzaklaştı.
çakal erkek bebe uzun uzun bana baktı önümde durup. çocuklarla hemen sıcak ilişkiler kuran, konuşan, elleşen biri değilim. ben de ona baktım ama pek gülümsemedim ve konuşmadım.
sahibi geldi "abla" dedi.
çakal bebe sırıttı, aba dedi.
hafiften gülümseyip başımı çevirdim ve başka yere baktım.
yoksa sahibi olan teyzeyle muhabbete girecektim. musallat olma ihtimali olan bebe de cabası.
canım istemedi.
arkadaşı olan çocuklara sürekli "arkadaşııııım" diye hitap eden temiz ve güzel giyimli ama uyuz bir kız çocuk vardı. inci'ydi adı. herkese "arkadaşııııım" diye seslenip durdu.
kovadan taşları dökerken etrafı tozuttu.
annesi koşup üstünü tozladı diye sitem etti.
dombili bir kız çocuğun sahibi 13-14 yaşlarındaki abisiydi.
hem arkadaşlarıyla bisikletle dolaşıp "gençlik" tadı çıkartmak arzusundaydı, hem de ikide bir kendine emanet edilen dombili kız kardeşinin toz içinde kalan üstünü silkelemeye çalışıyordu.
üzüldüm ona. kız kardeşinin kolundan tutup, poposunu silkelerken bisiklet üzerindeki havası yoktu.
saate baktım.
sel'i arayalı yarım saat olmuştu.
biraz sonra geldi.
kapıda kaldım yaaaaa, dedim.
eve girdik.