22 Ekim 2008 Çarşamba

erkek? etek? ertek?

noolur olmasın yaaa....
maço tavır hastası bi insan değilim.
kolyedir, küpedir, renktir, çiçek böcektir.. severim erkek üstünde (kimi erkek üstünde diyeyim.)
parmak arası terliği bile (tatilde olmak kaydıyla) kabul edebildim.
çanta taşımalarına da eyvallah.
küçük heybeler? adamın tarzıdır, uydurduysa ona da tamam.
göz kalemi?
neden olmasın. kiminde çok çekici gerçekten.
ama..
ama....
etek ne yaaaa..
allahım etek ne?
erkek bacaklarının kıllarında mıllarında falan değilim.
eski romada gladyatörsen, giydiysen o mini elbise benzeri giysiyi, canımı ye!
seksilikte üstüne tanımam.
kilt?
gelenektir, saygı duyarım.

köçeksen bile eyvallah.
iştir.
ve fakat,
yeni moda olan, olduğu söylenen, ya da olması arzu edilen ne biliyim işte....
şu zibidilik nedir yahu!!
tövbe estağfurullaaaaahhhh.......!

21 Ekim 2008 Salı

gemi azıya almak

ayıp mayıp.
valla bilmiyordum.
yani deyimi biliyorum, nerede ve ne amaçla kullanıldığını da. kullanmışlığım da vardır dolayısıyla.
ama niye "gemi azıya almak" onu bilmiyormuşum.
öğrendim.
benim gibi sonradan "hıııııı!!!" diyecekler vardır belki diye yazayım dedim.
ay cehalet ne feci şey anacım yaa...
hayır bi de bitmiyor ya.
neyss..
şöyle ki:
at, ağzındaki gem'i azı dişleri üzerine aldıysa, durdurmak için ne kadar çekerse çeksin binici kişi, atın canı yanmadığından atcık durmazmış.
gemi azıya aldığında coşup gidiyor yani heyvan.
hürst, pürst.. falan işlemiyormuş.
o sebepleymiş artık çığrından çıkan davranışlar için "gemi azıya aldı" lafının kullanılması.
yaaaa!
not: gemi azıya almış bir takım siyasi oluşumlarla hiiiiiççç ama hiiiççç alakası yok tabi burada bu konuya değiniyor olmamın. ben sadece deyim bilgisi açısından şeyettim.
öpmeden gitmeyin ha 8)

20 Ekim 2008 Pazartesi

tembellikte üstüme tanımam

şuraya iki satır yazmaya üşenen bi insan oldum çıktım.
vaktim mi yok?
yoo ne münasebet.
aksine booş boş oturup, gazete mazete yazar mazar blog mlog okuyup zaman geçiriyorum.
yazacak şey mi yok?
her yazdığımda vardı sanki.
ne yazıyorsam.
ama tembelim.
gıcık oluyorum kendime.
ıyyhh... uyuz şey!!

cumartesi bi süredir görüşemediğim bi arkadaşıma gittim.
oturup chesecake yiyip, çay kahve içip dedikodu yaptık.
sonra evi sel'e tarif ettim, gelip aldı beni akşam.
tamamdır dedi, aldım çıtaları ama bant falan almak lazım.
büyük kırtasiye mağazalarından birine gittik.
bayılıyorum oralara.
ama sadece ihtiyacımız olan şeyleri aldık.
baştan çıkmadık, çıkamadık.
malum ekonomik kriz.

pazar erken uyandı sel.
e hadiiii.
ne hadisi yaa, daha 08:30 saat.
e uçurtma yapmayacak mıyız! hadi!
kalktık.
kahvaltı acele.
sonra giyin kuşan, derlen toparlan, çık evden.
4 çıta var.
uzunlukları 2.10 cm
uçurtma iyi bir rüzgar alsa beni uçuracak yani.
dev.
sel mahalle çocuğu tabi.
biliyor uçurtma yapma tekniklerini.
her malzeme hazır.
çıtaya çakmak için cam çivileri, çekiç, uzun ipler, naylonlar, bantlar......
başladık.
hesapta kardeş ve nişanlısı da gelecekti ama onlar geldiğinde biz uçurtmayı bitireli saatler olmuştu.
yani uçurtmayı bitirdik evet.
de,
eeee?
rüzgar nerde?
her zaman rüzgarlı olan yerde yaprak kıpırdamıyor.
uçurtma dolu gökyüzünde şeytan uçurtmalarına bile yetecek rüzgar yok.
bekle bekle bekle.....
kardeş ve nişanlısı geldi, oturdu gitti ama ne havada hareket var ne bizde.
yaparken onlarca insanın ilgi odağı olan dev uçurtmamız ölü gibi yatıyor yerde.
denemeye hacet yok, uçmaz.
üüffff....

söktük!
e malum arabaya falan sığacak gibi değildi boyutu.
yüzüm asıldı, canım sıkıldı, küstüm.
eve geldik.
yemek yaptım.
banyo yaptım.
surat yaptım.
sonra yattım.

ay bunu mu yazayım yani ben şimdi.
gördünüz mü, haklıyım yani tembellik etmekte.
kitao okumak istiyor şimdi canım.
niye burada oturmak zorundayım?

14 Ekim 2008 Salı

nooldu..

olay:
cumartesi günü saçımı kestirdim.

sonucunda olanlar:
salak kuaför cart diye en tepeden saçı kesip, sonra "siz bakıp yönlendirin beni nasıl istiyorsanız" demeyi akıl ettiğinden, 5-6cm'lik saçı tutup "yok daha uzun olsun buralar, bu kadar kısa istemiyorum" dedim.
olan olmuştu. adama gösterdiğim resimle alakam yoktu. parayı alırken "tarzını bilmediğimden bu sefer böyle oldu. bi dahaki sefer daha iyi olur" dedi. bi daha sana gelirsem eşekler kovalasın beni dedim. içimden.
eve dönüp kafamı musluğun altına soktum. sıkılacak miktar yok kafamda. havluyla kuruladım. elimle dağıttım. jöle-sprey falan şekle soktum biraz. eh.
sadece maskara değil, göz kalemi de kullanarak daha belirgin bir göz makyajı yaptım.
alışverişe çıktım. bikaç bişey aldım. sonra sel'le buluştum.
sel beni uzaktan görünce gözleri parladı. gerçi hep parlıyor ama bu sefer kitlendi.
yürümeye başladığımızda bile hala sabit biçimde bana bakıyordu. 10 yaş gençleşmiş, aşık olduğu zamana dönmüşüm. saç uzatmak yasak sana dedi sayıklar ses tonuyla. "bırak yaa yalancı!" dedim. sabit biçimde bakmayı sürdürerek "yemin ederim" dedi.
itiraf edeyim ama. sel'le buluşana kadar geçen süre içinde de, dolaşırken çarşıda, potansiyel asılma niyetlerinde belli bir artış ve yaş ortalamasında ciddi bir düşüş olmuş. e hi 8)
yine de sel'e çaktırmıyorum.
iş yerinde de olumlu tepkiler aldım.
"çok güzel olmuş, kocaman kocaman gözlerin ortaya çıkmış" en standart beğeni sözü.
saçım uzayınca gözlerimin küçüldüğünü düşünüyorum artık.
kuaför konusunda hala tepkiliyim, hala ona tekrar gitmeyi düşünmüyorum ama sinirim biraz azaldı.
an itibariyle kısacık ve siyah saçlı bir insanım.
internetten sipariş ettiğim kitaplar gelmiş, güvenlik aradı, çıkıp da alayım, hahayyy....(bu ne alaka demeyin. demeyin!!!! öyle!)
bi de;
çerçeyi çok öslediiiimmmm... sokakta gördüğüm 3 renkli kız kedilere saldırıyorum.

10 Ekim 2008 Cuma

sarızeybek

dün siyaset meydanı.
geceyarısı bizi televizyon karşısında çivileyen adam Erdal Sarızeybek.
insanın içine işleyen, delip geçen o güzel mavi gözleri zaman zaman yaşararak konuşurken, bilmemizin şart olduğu şeyler söyledi. vurdu!
bilgisi, tecrübesi, cesareti karşısında büyülendim.
cümlelerinin tümü ders.
ama son sözü!

"dün oradaki çocukları izledim. ben onların annelerini babalarını tanıyorum. ben onlara oradayken söz verdim, ben devletim dedim. ama bu zamana kadar hala onlara devleti gösteremediğimiz için utanıyorum. vasiyetimdir, beni konur vadisi'ne gömsünler. emekli albayım, devlet bana tören yapacak. hiç değilse orada bana bir devlet töreni yapsınlar da halk o törende ilk kez devletini görebilsin"

anlayana, küfürdür bu sözler.
ömrü uzun olsun dilerim. güzel gözleri gülsün sonunda.

9 Ekim 2008 Perşembe

pembe

ataletim demiş.
pembe birşeyler yaz diye.
ekim ayı ya!

o zaman daaaa....buyurun:

Yapılan bir araştırma pembe greyfurt aromasının kadınların algılanan yaşını 6 yaş azalttığını göstermiş.. Aroma erkek beyninin bu aromayı kullanan kadınların fiziksel özelliklerine daha optimist bir bakış açısından bakmasını sağlıyormuş.

hadi yine iyiyiz. valla 6 yaş düşersek benden, 20'lere dönüyorum ki, bu da gayetle yeterli bir miktar şahsım adına.
da,
doğruluğunu nasıl test edicez onu bilemedim.

aramoyı sür:
-seeeell... kaç yaşında görünüyorum:
-vaaay. ne yaptın yav sen? çıtır!

koş banyoya yıkan, kokudan arın.
-seeeeelll.... nasılım?
-ooyyy.. yav nooldu sana hayatım, bişey mi dokundu!!

bu mudur yani?
konuyu değiştirmek istiyorum.
başka bişeyler yazmalı.

ama ne?
du bakalım.

8 Ekim 2008 Çarşamba

bitmedi!

cumartesiydi duyduğum.
üstünden koca 3 gün geçti ama içimdeki üzüntüsü bitmedi.
"gerçek dünya" bu.
bizim kendimiz için yaratmaya çalıştığımız, uğraştığımız, süsleyerek yaşanılır hale getirmeye gayret ettiğimiz kendi dünyamızda rutin devam etse de bir şeyler, dışarda, o dağlarda "gerçekten" ölüyor çocuklar.

"yazılım dünyası" etkilenmedi.
"sanat camiası" aynı devam ediyor.
para piyasaları malum.
öğlen yemeğine bilkente gidip salata yiyoruz.
"ay moralim bozuluyor"diye okumamayı bile tercih ediyoruz bazen haberleri.
enerjimiz düşmesin diye.
ama kardeşimden küçük çocuklar ölüyor hala.
allahım, ya benim kardeşim olsalardı!!!
ya benim kocam olsaydı!

sel'de dağ-bayır gezerek yapmış askerliğini.
şükür ki terör'ün bu derece yoğun olmadığı zamanlarda.
çatışma ihtimali olsa da, hiç çatışmadan.
ama çürüyen omuzlarında kilolarca ağırlıktaki tüfekle tepelere tırmanarak, geceleri arazide geçirerek.
o zamanlar tanısaydım seni, ne zor olurdu bana demiştim.
ya şimdi?
çok daha korkunç koşullardaki çocukların da var aileleri.
haberleri okumasam moralim bozulur diyerek, utanırım kendimden.
okuyorum, içim kanıyor.
diyorlar ki 9-9,5 saat çarpışmışlar.
eminim ki korkarak ve her an yardım umarak.
ölerek.
kararlılık mesajlarını okuyorum.
bana artık çok çirkin gelen o "bıçak kemiğe dayandı" sözlerini.
ne kemikmiş yarabbim!
bıçağın dayanmadığı tek noktası kalmadı da, hala ilk kez dayanmış rolü yapılıyor!
artık bıçak kemiğe dayandı!
yaa? bak sen!

kızıyorum.
alışmamıza kızıyorum.
mahalle, şehir bile kanıksadı artık şehitlerini.
bir bakın var mı her balkonda bayrak?
ne oldu?
hayır zaten olsa ne olacaktı?

taşınamamış ya karakol parasızlıktan.
utanıyorum.
her ne sebepleyse, yardım gidememiş ya gözü arkada ölen çocuklara, birilerinin oğullarına, kardeşlerine, kocalarına.
utanıyorum.

üzerinden günler geçti.
dün rüyamda terör kampında gördüm kendimi.
tüm teröristlerin üzerinde askeri forma vardı.
kim asker, kim terörist bilemedim.
korktum. çok korktum.

bu derece basiretsiz bir yönetime layık olduk ya,
gerçekten utanıyorum ben.

6 Ekim 2008 Pazartesi

göz

Suudi Arabistan’ın önde gelen din adamı Şeyh Habadan:
“İki göz erkekleri baştan çıkarıyor” diyerek kadınların sadece tek gözlerini açıkta bırakmalarını istedi.

haber bu.
valla. kelimesi kelimesine.
şimdi,
herşey bir tarafa da, bu şey(h)'in espri anlayışından şüpheye düşmemek lazım.
kimseden duymadım bu derece absürd yaklaşım.

yalnız,
bir ricam olacaktı:
göz var gözcük var.
kimisinin tek gözü, başkasının iki gözü kadar yer kaplıyor yüzünde.
hak mı bu?
olmaz.
göz büyüklüğü belli bir ölçüyü geçenlerin mutlak surette gözlerinin yarısını kapatmaları şart koşulmalıdır.
hatta bana kalırsa kadın canlısının yüzünde misal 1 cmkarelik yerin açıkta bırakılmasına müsade edilmelidir. göz oluuuur, burun deliği oluuuuur, yanak gamzesi oluuuur.. ona karışılmamalıdır.
özgürlük bunu gerektirir!

tövbe haşa notu:
ey allahım, tuttuğum oruçlar yüzü suyu hürmetine, sen öte tarafta bunu bi benim elime ver yarabbi! kul hakkı, öte tarafa kalmasın dersen, gücünden sual olmaz, bu dünyada da karşıma çıkartabilirsin.
amin.

3 Ekim 2008 Cuma

öhö öhö öhhööö....

bu haldeyim.
antalya-deniz-güneş-plaj derken kaptık şifayı.
ama değdi mi?
değdi vallaha da billaha.
cumartesi akşam cümbür cemaat çıktık yola.
annem-babam-annanem-kardiş-nişanlısı-sel-ben ve çerçe.
2 araba peş peşe antalyaya.
iftar sonrası yola çıkış, mola vere vere gidiş, yolda da sahur yiyiş, tam fundama ulaşınca sahur bitiş, su içiş, annaneyi bırakıp eve geçiş, pestil gibi serilip yatış.
ertesi gün alışveriş-deniz-fundama iftar.
sohbet muhabbet yemek içmek.
yine ertesi gün yine deniz güneş plaj
ooohhhh bitti ramazan diyerek son iftar, sevinçle 11 ayları kutlayış.
bayram sabahı kallavi kahvaltı, sohbetler,çaylar...
tek bayram ziyareti babından fundama gidiş annanemin ve fundamların bayramını kutlayış.
kahveler-likörler.
hoop yine deniz.
5 gün boyunca resimler, videolar...
5 gün boyunca bir siyah şort arayıp bulamama.
5 gün boyunca saçlarıma gıcık olma.
5 gün boyunca çerçeye bayılma (tatil moduna geçince daha mı bi tatlı oluyor bu pompiş kızım benim)
ve
5 gün sonunda bu 5 günün nasıl geçtiğini anlamama!!
döndük.
yarım.
annem babam orada artık.
kardiş 1 hafta sonra dönecek.
çerçey de bizi sattı!
aslında onu ankaraya geri getirmekti planımız.
olmadı!
gelmedi.
bizim hazırlık yaptığımızı görünce kaçıp saklandı.
bulununca mızıldadı, saklandığı yerden çıkmamak için direndi.
babamlar kalsın diye ısrar etti.
çerçey gelmiycem dedi.
velhasıl kaldı.
çerçey dahil 8 kişi çıktığımız ankaraya
ben-sel ve kardeşin tatlı nişanlısı olmak üzere 3 kişi döndük.
üüüff..
allahtan reva mı bu şimdi!
şirket de komple izin ayarlamış bugün.
in cin top oynuyor diycem ama muhtemelen sadece cin var ve kendi kendine oturuyor bir köşede.
madem dönüyoruz, yıllık izni harcamıyım diye bugünü izin almamıştım ben.
şirket bekçisi gibi oldum.
anca 10 kişi falan gördüm sanırım sabahtan beri.
bi de hastayım zaten.
boğaz gidik
ses gidik
tadım yok.
penceremin önündeki tahta sandalyede bir gri erkek kedi uyuyor şimdi.
rüzgar var, ağaçlar sallanıyor.
her yer sessiz.
uyusam kimse fark etmez aslında.
bi de üşüyorum, klimayı açtım 27 derece ama ellerim soğuk.
masa lambasını ısıtıcı olarak kullanıyorum ellerimi ısıtsın diye.
antalyada olsam güneşe yayar kendimi okurdum kitabımı yana yana.
öhö öhö öhhööö...
bi ıhlamur mu içsem.
travesti gibi konuşuyorum zaten.
aman yaaaaaa........