31 Aralık 2008 Çarşamba

8miş 9muş....

"o blog hayatımın rengi" demiştim geçenlerde kardeşimin tatlı nişanlısına buradan bahsederken.
düşünüyorum da, gerçekten öyle.
2008miş, 2009muş çok da derdim değil hani.
ben yeni yıllara pek de "laylay loom" modunda girmem nedense içimde.
ama,
siz,
yani sen, sen, sen, sen, sen, sen, sen.....
hepiniz.
iyi ki,
iyi ki varsınız hayatımda.
hadi bu da yeni yıl kartınız olsun.
dolfinim gibi gerçeğini atamadım ben ama,
bunu kabul edin dilerseniz.
dişlemeyin kalemi
bitmesin silginiz
kırılmasın ucunuz
kalemtraşlar falan da bitirmesin sizi
pırılpırıl olsun tüm yıl
tüm hayat.
kutlu olsun 8)



26 Aralık 2008 Cuma

rezil olmak mühim değil, canım sağolsun 8)

kardeşin tatlı nişanlısıyla yazışıyoruz geçen.
kafamı cama vurdum çok kötü, görmedim, hayatım geçti gözümün önünden film şeridi gibi valla dedi.
nasıl iyi anladım onu.
neden mi?
buyrun:

aylardan bir ay, yıllardan bir yıl, kızılaydayım, sel ile buluşucaz, evli değiliz daha.
vakit geçirmem lazım.
kızılay gima yakınındayım, içeri gireyim bari dedi.
gimanın giriş kat kozmetik mozmetik...
ben cam kapıya yaklaşırken, kapının yanındaki cam vitrinde bir resme ilişti gözüm.
aman o ne!
gömleğinin tüm düğmeleri açık bir erkek şahaseri.
edeleler olanca ihtişamıyla ortada
kot var üzerinde
düğme açık (canlandırma içün bakınız alper)
boxer lastiği görünüyor.
bizim yakışıklı da böyle bir kilomerte uzaktan seçilen kirpikleri ve koca buğulu gözleriyle ööööle bakıyor insanın yüzüne yüzüne.

şimdiii.
sorarım size ey xx camiası.
allahtan reva mıdır bu koccaman afişi, bir cam kapının yanına yapıştırmak?
hı?
sorarım, reva mıdır?
sonra ne oldu söyliyim ben size.
ben "aman o neymiş, maaaşallaaaaa" diyerek ve gözüm reklam afişinde olmak üzere kapıya yürümeye devam edince, yürüdüğüm kapı da gayet şeffaf bir cam kapı iseee.....
yaaa... yaaa...
aynen tahmin edeceğiniz gibi işte.
benim kafa, sol yanak (zira resim sağ taraftaydı), sol omuz, diz vs...
hasılı ben komple...
cam kapıya girdim.
ama ne girme.
bir an kafamda yıldızlar uçuştu,
hatta o çocukceğizi bile karşımda gördüm sandım.
bi sarsıldım, bi uyuştum, bi bozuldum.
cam kapının diğer tarafındaki kozmetik standı kızları kahkahaya boğuldu.
esasında ben de kendime gülecem gülmeye ama,
acayip canım yandı.
yine de cam kırılmadı diye şükrettim.
zira duvar gibi kalın bir cam kapıya girmekten daha beter bişey varsa,
o kapının kırıkları ile birlikte sana girmesidir kanaatimce.
ne kapıda ne ben de kırık çatlak matlak olmadığına kanaat ettikten sonra,
hafif bir tebessümle reyon kızlarına selam verip,
göz ucuyla yakışıklıya son bi kesik daha atıp
uzaklaştım oradan.
dürüstlük abidesi bir şahıs olarak
sel ile buluşunca biraz mızıldadım tabi.
cam kapıya girdim diye.
hadi bunu söylediğinle kal, sebebi söyleme dimi!
yok ben sebebi de anlatıp sel'in sabrını sınadım elbet.
neyss..
hasılı kızceğiz cama girdim deyince kafamda ve kalbimde bir yer sızladı da,
onu diyim dedim
8))
not:iki gündür gıcık bi eğitimdeyim.
blog mesaisini aksatıyorum biraz ama....
piyangodan bi para çıksın.
part time değil, full time blogistanda takılmaya niyetliyim 8)
sıtkım sıyrıldı bu işlerden beee...
dur öpiym de gidiym.

dünden mevzular

iş çıkışı evde buluştuk.
bi arkadaşın evinde.
kız-kıza.
ev sahibi-5 yaşındaki kızı, ben ve diğer arkadaş.
4 adet xx 8)
pizzalar, kolalar, sıcak şarap.
çok özlemişim.
çok güldüm.
çok iyi geldi.
önce:
barbi bebek cinsi şeylerle oynadık.
çok eğlenceli.
zaten bizim zamanımızın barbileri gibi değil ki.
yeni yeni bişeyler çıkmış.
wingsler, mariposalar.
böyle kanatlı kanatlı bişey bunlar.
allahım nasıl güzel, nasıl havalı, nasıl şıklar.
Derin'in bir oyuncakçı kadar oyuncak barındıran odasında yere oturmuş bebeklerle oynayan 3 kadın! çok eğlenceliydi.
banyo sonrası, derin uyudu, yalnız kaldık sıcak şarapla.
sonra:
kadın sohbetleri.... 8))
konu nereden açıldıysa sarhoşluktan açıldı.
hah! şuradan açıldı bi dakika:
bu akşam bizim şirketin yılbaşın partisi var, sınırsız içki konulu.
zaten bu akşam katılmamız gereken bir nişan var, katılamayacağım ama, olmasa da katılmazdım.
bir proje bitiş kutlamasında en son, sarhoş olduğumu hatırladım da.
yok dedim, şirket ortamında bir daha mı, tövbe..
hayır bir de her an herkes tarafından çekilen fotolarla belgeleniyor ya her halin!
misal benim ters ışık kurbanı olarak verdiğim pozlar, hiç tanımadığım ya da sadece "günaydın" deyip kibar kibar gülümsemek suretiyle medeni bir ilişki kurduğum insanların resim dosyasında.
şöyle ki:
iş çıkışı gidilen bir kutlama.
haliyle en spor günlük kıyafetlerleyiz.
benim altımda bi kot, üzerimde ise gayet mazbut v yaka, truvakar kol, siyah bir triko.
zerre kadar falso yok .
yok'tu yani.
gel gelelim ertesi günkü resimlerde ne görüyoruz?
siyah trikonun altından -gayet münasebetsiz yerde sırıtan- siyah-gri leopar desenler!
rezillik.
parıl parıl!!
o kadar şaştım ki anlam veremedim.
içimdeki çamaşırın deseni olduğu gibi bluzun üzerinde.
aksi gibi düz siyah giymemişim.
e ne bileyim canım, ince değil ki üzerimdeki bluz.
mümkün değil renk göstermesi.
ama göstermiş işte patlayan flaşlar sağolsun.
milletle sarmaş dolaş elde şarap kadehi şuh şuh bakan ben ve bluzun üzerinde leopar desenli sütyen!!!
yok bi daha sana şirket partisi!!!
neyse, dedim ya zaten akşam bi nişana gidicez.
o da ayrı mevzu.
tanımıyorum insanları.
sel'in iş yaptığı birileri, arkadaş durumundalar.
çocuklardan nişanlanacak olan ve abisi ile samimiyeti çok sel'in.
ama ben görmedim hiç.
sel özellikle uzak tutuyor 8)
bir keresinde sel'in ekranında masa üstü benim resim duruyormuş.
bu çocukceğiz de görüp "aaa.. abi kim o?" demiş.
sel'de "EŞİM!" diyip kapatmış konuyu 8)))
dediğine bakılırsa ondan sonra bu çocukceğiz sık sık "abi sen de al yengeyi, ben de benim hatunu alayım çıkalım bi akşam" falan dermiş.
e o da kız arkadaşıyla gelecek işte niye art niyet arıyorsun dediğimde:
-ne kız arkadaşı yaaa, takılıyo günlük, alıp gelecek birini, maksat seni görmek, diyerek reddetmişti beni.
ben de viktorya sikrıt kızıyım ya!
adam kepçe kulaklı cüce meraklısıysa onun sorunu değil mi bu!
neysss..
işte şimdi bu arkadaşın kardeşi nişanlanıyor.
davet etmişler, icabet etmek şart.
sel biraz huylu.
kendi masalarına oturtmuşlar bizi, diye bir hinlik arıyor 8)
gülüyorum.
akşam eğlenceli geçecek gibi hissediyorum 8)))
neyse, ne diyordum:
yok, bişey demiyordum galiba.
öyle yani.
özetle dün kızlarla çok eğlendim
bugün de eğlenirim umarım.
8)

24 Aralık 2008 Çarşamba

makamlar



fazla bilgi göz çıkarmaz diyerekten:

Rast makamı: İnsana sefa(neşe, huzur) verir. (hani birine "rast"layınca mutlu olursun, neşelenirsin gibi mi?)

Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir. (daha ziyade rahavet verecekmiş gibi ama..eh sonsuzluğu düşününce de bi rehavet basıyor tabi.)

Küçek makamı: İnsana hassasiyet ( duyarlılık ) verir. (kimilerinin fırfırlı etek giyip oynasayı geliyor galiba. duyarlılık falan.. hassasiyet... etek sembolü anlam kazandı bak şimdi. )

Büzürk makamı: İnsana havf ( çekinme, sakınma duygusu) verir. (eh normal. isme bak! insan bi çekinir haliyle.)

İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti ve güven hissi verir. (bi iran şehri aynı zamanda. bu vesileyle hatırlamış olalım zamanında başkent olduğunu ve tarihinin yontma taş devrine kadar uzandığını)

Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir. (ayrıca bi sorgulama, bi agresiflik, bi dayılanma... "nevaa lan!" şeklinde kafa tutma. bilemiycem. çok lezzetli gelmedi. damak tadıma uygun değil 8)

Uşşak makamı: İnsana gülme ’dilhek’ verir. (eşşek değil, eşek o bikere. uşşak değil uşak olmalı. evet insana iyi gelir muhtemelen. komik bi uşşak ise daha da güldürür)

Zirgüle makamı: İnsana uyku ’nevm’ verir. (insana uyku veren bişeyin adı böyle mi olmalı yahu! kafana takılır, içinden söyler durursun, uyku muyku hak getire sonra. söyle bak: zirgüle-zirgüle.)

Saba makamı: İnsana şecaat (cesaret, kuvvet) verir. (madem öyle savaşlarda bunu çalsınlarmış dedim baktım neler var diye. ilahi çıkıyor. aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni.. sonuç:bana bi cesaret gelmedi vallahi)

Buselik makamı: İnsana kuvvet verir. (saba ile buselikten birer ölçü dinledin mi, kimse duramaz önünde artık. [mfö'ye de selam olsun.])

Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük ) verir.(kulağında bu makamdan müziklerle yaşaması gereken insanlar tanıyorum. hicap makamı da olsaymiş keşke)

Hüseyni makamı: İnsana sulh ( sükunet, rahatlık) verir. (adı bile etkili. bende bi sükunet oluştu bak. aha da sustum)

beyaz

bembeyaz oldu ankara.
son günlerin sıkıcı gri havasından sonra iyi oldu bu.
içimiz de ferahlasın =)
bir de bilgilendirme:
otobüs firmalarımızın mutaassıplık konusunda gitgide kendini geliştirdiğini gördükçe gözlerim yaşarıyor.
cuma akşam ben gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken kardeş kendine yer ayırtmıştı bir firmadan.
sonra arayıp "ben de geliyorum, iki bilet al" dedim.
firmayı arayıp yan koltuğunu da benim için almak üzere bir bilet daha ayırtmak istemiş.
isim sormuşlar, adımı ve eski soyadımı söylemiş. zaten her ikisini de kullanıyorum.
amaaaa...
olmaz! demiş yetkili.
bay yanına bayan vermeyiz.
nasıl ya! demiş bizimki.
aynı soyadı, baksanıza.
olmaz demiş namus bekçisi özel ödüllü firma yetkilisi
bay yanına bayan olmaaazzz! veremeyiz!
başka zaman olsa uğraşacak olan kardeş, o psikolojide olmadığından uzatmamış.
tamam demiş, yan koltuğu da kendime alıyom, yaz adımı.
8)))
hey allahım yaaa.

23 Aralık 2008 Salı

acı

sicim gibi iniyor yağmur.
çimenlerin üzerinde annemle yanyana ayakta duruyoruz.
ıslanıyor olmamız gerek ama pek fark etmiyoruz.
'babanı göremedim' diyor.
bir kaç metre ileride kümelenmiş küçük kalabalığın arasında önde duran babamı, hemen yanında eli onun sırtında duran kardeşimi görüyorum.
yağmur ciddi biçimde hızlanıyor, ıslanıyoruz.
'oradalar' diyorum anneme.
babam ve kardeşim kalabalığın ortasındaki kazılı kısmın yanındalar. babamın üzerinin çamur olduğunu fark ediyorum. kardeşim eliyle babamın üzerini siler gibi. aslında amacının çamuru temizlemek değil, babama dokunuyor olmak olduğunu biliyorum.
üzerindeki yeleğin yağmurdan koruduğu sırtının aksine, kolları ıslanıyor. başka zaman olsa dert ederdik diye düşünüyorum.
şimdi ise dert ettiğimiz sadece ıslanan yüzünün sebebi olan 'yağmur'.
geride duruyoruz annemle.
yağmur sessiz ama şiddetli yağarken Side'de, etrafa bakıp, bu sahneye ne kadar uygun diye düşünüyorum.
sonra gözlerim yine kalabalığın arasında babamı arıyor. görüyorum.
herkesten alçakta, ayakta duruyor.
omuzları sarsılıyor.
yüzünü göremiyorum ama biliyorum ki gözyaşları onu bu yağmurdan çok daha fazla ıslatıyor.
hem yağmurdan hem ağlamaktan ıslanıyor yüzüm.
aklımdan iki şey geçiyor.
iki şey için şükrediyorum.
biri, hayatta ve yanımda olduğu için.
diğeri, kardeşim yanında olduğu için.
babam herkesten alçakta ayakta duruyor mezarın içinde.
kardeşim ve birkaç kişi elini kolunu tutup çıkartıyorlar oradan.
kardeşimin yüzünü görüyorum, ağlıyor.
ıslak yüzünde kocaman gözleri kıpkırmızı.
onun canını da, benim olduğu gibi, babamın acısını hissetmek yakıyor.
***
51 yıl dedi annem.
dün hesapladı da, 51-52 yıldır beraberlermiş. kardeşten öteydiler tabi ki.
öyleydi.
ihsan amca babamın 50 küsur yıllık arkadaşıydı, ben kendimi bildim bileli var olan.
farklı sebeplerle farklı ortamlarda tanıştığı onlarca arkadaş içinde, ihsan amca 'tek adam'ıydı.
can dostu!
birbirlerinin her şeyini bilen, her şeyini paylaşan, hatta babamın dediği gibi bir üçüncü kişinin asla duymayacağı şeyleri, en yürekten geçenleri paylaşan iki kişiydi onlar. ne babam için bir başkası vardı, ne ihsan amca için bir başkası. 66 yıllık hayatlarının 50 küsur yılında vardılar birbirleri için.
hastaydı.
son zamanlarda ağırlaşan biçimde hastaydı ihsan amca.
antalyadaki evlerini kapatıp istanbula gitmişlerdi o yüzden.
babamla her gün düzenli olarak yaptıkları yürüyüşler, düzenli telefon konuşmalarına dönmüş, biraz toparlanayım da, bi otel ayarlayıp bir hafta tatil yapalım yine hayaline bırakmıştı yerini.
olmadı.
durumunun iyi olmadığını söyleyince kardeşi, babam atlayıp gitti istanbula.
"bilmemkimler arabayla geliyorlarmış da birkaç gün için, madem öyle ben de gelip göreyim hazır araba geliyorken dedim" diye yalan söyledi ihsan amca'ya. "bi son kez görmek için" diye düşünse de söyleyemezdi ya.
"nefes darlığı var, zor konuşuyor, yorulma şimdi, konuşuruz sonra diyordum ama yine de anlatıyordu" dedi. kimseye diyemeyeceklerini yine kardeşinden yakın bildiği babamla paylaşmıştı zor konuşurken bile.
zordu.
onun için de, onu son görüyor, son kez konuşuyor olabileceğinin farkında olan babam için de.
***
cuma akşamı iş çıkışı aldık haberi.
aslında beklediğimiz haberi.
ihsan amca yoktu artık.
kardeşle konuştuk.
"gidiyorum ben antalyaya" dedi.
"ihsan amca'yı side'ye defnedeceklermiş yarın, babamın yanında olmak lazım. başka ne zaman yanında olucaz ki, böyle başka günü olmayacak, tek adamı vardı, o gitti."
haklıydı.
elbette ihsan amca için çok üzgündüm ama babamın hissettiklerini düşününce içim yanıyordu.
orada olmamız biraz oyalayacaksa bile, biran kafasını dağıtacaksa bile yeterdi.
haklıydı.
cuma gece otobüse atlayıp gittik antalyaya beraber.
iyiki de gittik.
side'nin o film sahnelerini andıran, küçük, yeşil, sakin mezarlığında, gökten deli gibi yağmur inerken, ihsan amcayı koydukları mezarda babam ayakta durur ve içi yanarak ağlarken, onun kolunu tutan kardeşim olduğu için huzur duydum.
tanımadığımız insanların babama "siz misiniz? adınızı o kadar çok duyduk ki, sizi o kadar çok severdi ki...." dediklerini duydum.
öz kardeşinin "siz kardeşten yakındınız, bizden yakındınız siz" dediğini duydum.
baş sağlığı dilemek için babamı aradıklarını, ona seslendiklerini duydum.
ihsan amcanın öz kardeşi ve oğlunun yanında, cenaze sahibinin babam olduğunu gördüm.
anlatılması zor bir dostluğun bir ömür sonra bitişini gördüm.
**
babam çocukluğunu kaybetti bu hafta sonu.
çocukluk arkadaşını
tek adamını
erkek kardeşini
can dostunu kaybetti.
"onun arkasından okumak bana nasipmiş" dedi.
ben içimden "çok şükür" dedim.
o kapanan bir dönemine ağladı, yeri dolmaz kaybına,
biz biraz da onun acısına...
**
bu hafta sonu bir cenazedeydim özetle.
yanındaydım babamın, birşeyler koparken kalbinde.

19 Aralık 2008 Cuma

şarkılar ve kokular

zamanda yolculuk kapsülleri beynimin.
özel bir şarkı.
birine, bir döneme, bir duyguya ait.
duydum mu, hooop binip gidiyorum o ana.
içim böyle yoluk yoluk.
görme, duyma gibi duyularım bu zamanda.
ama kokular, hisler o andaki gibi.
bölünüyorum.
mary hopkin - those were the days
o kapsüllerden biri.
yine denk geldim.
zira denk gelince dinliyorum, özellikle açıp dinlemişliğim pek azdır, çok hızlı döndürüyor beni bir zamana...
işte denk geldim.
o kadar da severim ki.
o kadar....
neyse,
yapmakta olduğum işi bıraktım.
yapacağım ilk iş blog sayfasını açmak ve bu satırlara yazmaktı bana hissettirdiklerini.
evet evet..
kor bir aşktan bahsediyorum.
ama,
kapsül zamanımıza ışınlandı bir anda.
ne hissettiğimi, bildiğim kelimelerle, zaten anlatamazdım ya,
o girişime de gerek kalmadı.
dedim bari boş kalmasın sayfa.
neye niyetlenip, neden vazgeçtiğimi yazayım.
şarkılar ve kokular.
geçmişe gidivermek fiziken de bu kadar kolay olsaydı keşke.
öyle işte....