18 Kasım 2008 Salı

içimizdeki çocuklar ve gerçek benler

İki bina arasındaki üç tarafı çevrili, bir tarafı ve tepesi açık bir bahçedeyim şu an.
Bir tahta masada çadır bezinden yapılma bir kamelya altında, çadır bezinin su geçirmeme özelliğine güvenerek oturuyorum ve yağmur sesinden başka pek bir ses duymadan yazıyorum.
Pozisyonumdan ve maaşımdan pek memnun olmadan burada çalışmaya devam ediyor olmamın sebeplerinden biri bu ortama ulaşılabilirlik.
Şirketten çıktım, 5 dakika yürüdüm, yolda saksağanlara gülümsedim ve buradayım.
Aslında kitap okumaya geldim.
Ama yolda, içimizdeki çocuk dediğimiz şeyin aslında bizzat ve gerçek “ben” olduğunu;
Bu duygu ve davranışlara içimizdeki çocuk diyen dışımızdaki biz’in ise öğrenilmiş, mecburi sahiplenilen kişilik olduğunu düşündüm.
Çünkü:
Toplantı odası dağılıyordu ben çıkarken.
Son kalan iki kişiye takıldı gözüm.
2 çalışan
2 erkek
2 çocuk
Tek kanadı açık kapıdan geçmek üzere aynı anda hamle yapan 2 adam yine aynı anda çekilip birbirlerine yol verdiler.
1 kapı-2 adam.
Önce sosyal öğretiler ağır bastı. “buyur sen geç”cilik yaptılar.
Sonra yine nezaket ağır bastı. “yok estağfurullah, sen geç” oldu.
Sonra..
Sonra çocuklar çıktı ortaya.
Her iki adam da birer adım geri attı diğerine yol vermek için.
Aynı anda geri giden iki adam yine aynı hizada itiştiler.
Biraz cüssece iri olanı, diğerini fiziksel üstünlüğünü kullanarak öne itmeye çalıştıysa da, kısa boylu ufak tefek olanı fiziksel dezavantajını, inatçı karakteri sayesinde bertaraf edip ayak diremeyi ve kapıdan bir adım daha uzaklaşmayı becerdi.
Kapıdan çıkmadıkları gibi, gitgide uzaklaşan iki adam, benim görüş mesafemden çıkarak, toplantı odasının derinine doğru kaçışırken, (biri diğerini öte itip zoraki çıkartmasın diye gerçekten gülüşerek geriye kaçıştılar) ciddi bir toplantıda sorumluluk sahibi yüz ifadeleriyle oturan, kararlar üreten “dışındaki ben”lerin, “içindeki çocuk”lara teslim oluşunu izledim. gülümsedim.

Kartımı okuttum çıktım.
Yağmur çiseliyordu.
Yürüdüm.
Gelip buraya oturdum.
Yağmur hızlanmış durumda.
Ellerim soğudu.
Tam karşımda 10 adım falan ilerimde yaprakları tam da fosforlu kalem sarısıyla boyanmış gibi duran bir ince ağaç var.
Yan tarafımda ise yine aynı fosforlu kalem serisinin pembe ve turuncuları kullanılarak ve araya mürdüm, sarı, yeşil gibi renkler katılarak boyanmış küçük çalılar sıralanıyor.
Etkileyici.
Yağmur azaldı sanırım, ses yavaşladı.
Yürüyecek 5 dakikalık yolum var.
Buradan kalksam iyi olacak.
İçimdeki ben üşüyüp, ıslanıp, hatta işi de asıp burada kalmak, kitap okumak, yağmur sesi dinlemek istese de, sorumluluk sahibi ben’in öğle molası bitiminde şirkette olması gerekiyor.