26 Haziran 2008 Perşembe

diğer çift.

evi paylaşıyoruz.
başka bir çiftle.
uzun zamandır.
küçük ara odanın penceresinde yaşıyorlar.
bir çift güvercin.
apartmanın bir girintisi var, bu pencere buraya bakıyor.
yani pencere altından insan da geçmiyor, balkon da yok ama belli bir açıya ulaştığında güneş alıyor burası.
yani güvercinler için çok müsait.
kışın kar varken onlar için yem koyuyordum pencere içine.
akşamları eve geldiğimizde de genelde bakıyorum, oradalar mı diye.
çoklukla oradalar.
bunlar birbirlerine çok aşık bir çift.
o kadar belli ki.
hep beraberler, sürekli yanyanalar, sarılıp, öpüşüp, koklaşıp duruyorlar.
biri güneşlenirken öbürü tüylerini temizliyor.
biri yatarken diğeri oturuyor falan.
evet, pencere içi pek de hijyenik bir yer olmuyor onlar sayesinde ama.
zaten o pencere de, o oda da pek kullanılmıyor.
biz uzun zamandır birbirimizden haberdarız bu çiftle.
ama geçen hafta iyice ev arkadaşı olduk.
tamamen yerleşik düzene geçmişler.
gelip oturup gittikleri pencere içine bir güzel yatak yapmışlar.
kocaman bir sepet gibi, üstünde yapraklar falan da olan bir yuva.
önce yumurta var sandım.
baktım yok.
sonra "demek ki hemen gelip yumurtlayacak" dedim.
aradan günler geçti ama yumurta falan yok.
dişi olan gelip orada oturuyor, diğeri de pencerenin diğer ucuna.
bazen ikisi sıkışıyorlar oraya.
bir muhabbet bir muhabbet.
kadınceğiz kalkınca hemen bakıyorum yumurtlamış mı diye.
yok yumurta falan.
o yuvayı yumurta için değil, kendi şahsi rahatları için yaptılar anlaşılan.
şikayetçi değilim, o pencereyi sadece birşey silkelemek için açıyordum önceleri, açmasam da çok sorun olmaz.
varsın yaşasınlar orada.
zaten geçen haftalarda bir pazar günü bir başka ailenin çocuğunun doğmasına mani olmuştuk, canım sıkılmıştı.
ama o da manyaktı canım.
cami avlusuna bebek bırakır gibi, gelmiş salon balkonunun kenarında duran boş saksıya yumurtlamış gitmiş.
hayır ne ara yumurtladı onu da anlamadım ki.
pazar günüydü, evdeydik, balkon kapısı açıktı, sürekli girip çıkıyorduk zaten.
ne yumurta, ne bir çalı çırpı, ne kuş... hiçbirşey yoktu.
10 dakika içinde gelmiş biri, yumurtayı atmış gitmiş.
bi çıktım ki, saksının üstünde bir yumurta!!!
şok oldum.
kadın (güvercin olan) kendisi de yok. çocuğu istemiyordu demek, yoksa üstünde oturması gerekmez mi bunun soğutmadan?
annemler bizdeydi allahtan.
dediler ki, yapacak bişey yok. at yumurtayı.
elim gitmiyor almaya.
dediler ki, olmaz.
siz balkonu sürekli kullanıyorsunuz, olmaz.
zaten bırakmış gitmiş, zaten yumurta soğumuş, zaten ondan kuş olmaz... falan filan.
üffff diye diye razı oldum.
sel aldı attı yumurtayı.
saksıyı da bir poşete geçirdik artık.
işte bu vicdan azabı sebebiyle zaten, bizim şu çifte çok sevindim.
belki yakında yumurta da yaparlar, çirkin sevimsiz güvercin bebekleri anlatırım size.
öperim, giderim 8)

gören bilen tanıyan var mı?



Babam Antalya'da Fundamların orda bulmuş bunu.

ne biçim bir çiçektir bu yahu!

tanıyan var mı bunu?

24 Haziran 2008 Salı

hala cumartesi....

Cumartesi gününü yazdım ya ana hatlarıyla. Şimdi detaylar:

Malum düğün hazırlığının bir aşaması da kuaför faslıdır.
Şahsım pek kuaför kullanan bir tip olmadığımdan da gözümde çok büyür.
Annemle konuştuk, o da gidecek kuaföre tabi.
Ama ayrı ayrı gideceğiz. Zaman kaybı olmasın diye.
Ben maşa yaptırayım dedim.
Saçlarım maşalanacak uzunlukta nadiren oluyor zaten, şimdiki boyu kurtarır gibi.
Ama geçen senelerdeki bir tecrübeme göre bu maşa işi uzun sürüyor.
E bir de kuaförde bekleme faslı olsa...
En iyisi dedim, 3,5 falan gibi çıkarsam, 4.5-5 gibi evde olurum, hazırlanırım sonra.
Çıktım.
Evin en yakınındaki kuaförlerden birine girdim ki kimse yok.
Oh!
Dedim saç maşalanacak da ne kadar sürer?
Adam dedi: yarım saate çıkarsınız.
Salak dedim içimden, bu bilmiyor herhalde.
Zira birini çağırdı beni oturttuktan sonra.
Genç bir delikanlı geldi.
Elinde maşası.
Dedim ki:
Saçlarım çok çabuk iner, aman dayanıklı olsun, zaten açık havada olacağız, rüzgar, müzgar...
“Korkmayın” dedi, (niye korkayım?) bu saç inerse ben de işi bırakırım.(ona ne şüphe!)
Ayırdı bir tutam, sardı maşaya, sarması ile açması bir oldu.
Açıkladı:
Bu maşa başka maşa.(tekerleme söylüyor mübarek), herkes yapamaz bundan. Bakın hemen sarıp açıyorum, hoop tutuyor, neden, çünkü 200 derece!
Ay ütü gibi, dedim. İçimden de ooy gitti saçlar diyorum.
Evet dedi, kullanmak ustalık ister, zaten maşa da pahalı, her yer almıyor bunu.
Evet de dedim, benim saç çok dayanıksız, onun için şeyettim ben.
Ben şimdi buna sprey de sıkarım 6 ay bozulmaz dedi. (yıkanınca da mı bozulmuyor?)
Derken nasıl olduysa askerlik anılarına transit geçiş yaptı. binbaşının karısının saçını mı maşalıyormuş istanbulda ne, öyle bişeyler. bozulmuyormuş falan.
Bu arada benim saçın neredeyse yarısı tamamlandı.
Dedim ya kuaförde benden başkası da yok, çocuk mecbur bana sordu: akşam maçı seyrettiniz mi!
-ay seyretmez olur muyuz?
Başladık maç muhabbetine. Artık ben sağdan soldan duyduğum maç muhabbeti kelimeleriyle sohbet yürütmeye çalıştım. Muhteşemdi, süperdi, çoştuk falan dedim (yalan değil seyrettik ama, benden ne kadar maç muhabbeti çıkarsa artık.)
Neyse, ben diyim 15-siz diyin 20 dakika sonra bitti benim saç.
Arkalar iyi ama önler ı-ıh!
Zaten kuaförden çıkıp da saç beğendiğim ne zaman görülmüş, illaki evde müdahale edicem buna ben diye çıktım, eve geldim.
Sel hala çalışıyor tabi, rahat rahaat hazırlanırım.
Geçtim ayna karşısına Pembe tonlarında bir güzel makyaj yaptım.
Düğün münasebetiyle fondöten falan sürüldü, allıklar, ışıltılı rujlar, bool maskara....
Sıra giyinme faslında:
Elbisem ince parlak bir kumaş, böyle mor mu desem, lila mı desem.
Sırtı açık, göğüs de dekolte.
Giyindim.
Yüksek topuklu ayakkabılar da tamam.
Hazırım.
Kapı çaldı.
Hoşgeldiiiin.
Ooooooo........
Naber?
Ooooooooo.....
Sel hadi git sen de giyin de annemlere gidicez ya önce.
Oooooooo.....
Sel pek beğendi. Yani ilk etapta. Sonra gözü açıldı:
-e bunun yaka çok açık.
-ay ben düzeltirim onu.
-ya böyle mi duruyordu bu, fazla değil mi?
-aman seeelll.. beraber almadık mı elbiseyi.
Çarşıya çıkmış saç baş dağınık bi tipin üzerinde gördüğü elbise, ful makyaj birinin üzerinde görünenden farklıymış demek ki 8)
Sel giyindi.
Ceket cebine mendil koyacaktı, vazgeçti.
-Sen böyleyken ben fazla kibar görünmiyim, mendil istemez!
Çıkıcaz.
Baktım elinde bi küçük tesbih.
-bu ne?
-tesbih! Sana bakanlara bakıp bakıp sabır çekicem.
Elinde nerden bulduysa bulmuş, bir küçük siyah tesbih sallayıp tip tip bakıyor.
Çıktık.
Benim üstümde kot gömlek.
Neden?
Apartmandan çıkarken kapıcı bayramın gözleri bayram etmesinmiş 8)
Annemlere gittik.
Kızlar makyajları yapmış, giyinecek.
Kızlar dediğim annem ve kardişin sevgilisi.
Karşılıklı iltifat ediştik.(ediştik? Böyle bir kelime var mı yahu?)
Neyse giyinildi, miyinildi, çıkıldı.
Düğünün kaba taslak anlatımı önceki yazıdaydı zaten.
Ayrıntılar:
Bir masa başında ayakta duruyoruz.
Yakınımızda iki kız, tiki desem çok az kalır, o derece.
Fotoğrafçıya resim çektiriyorlar ama poz poz.
İkisi beraber,
Teker teker,
Bi o yandan,
Bi bu yandan...
bi sağdan,
bi soldan.
Bakıp gülüştük. Kesin manken olma, keşfedilme sevdalısı bunlar diye.
Sonra ben bi ara tuvalete gittim, ruj tazelemeye.
Dönerken bir de ne göreyim:
Annem bu tiki kızlardan biriyle canciğer durumda.
Beni de çağırdı:
-gel gel bak kim var burda?
(kim kısmını hakikaten merak etmekteyim o sıra!)
Anacığım meğer kız Gizem’in kuzeni değilmiymiş, ben bunu en son ilkokul başlangıcında falan görmüştüm, o zaman da çok bilmiş, poz poz, ukala, zor bir çocuktu.
Biz bunla sarılıştık.
Aaaa.. ay ne çok zaman oldu, valla tanıyamadım falan muhabbetleri.
canım cicim lafları,
ne güzel olmuşsun da, nasıl hoş görünüyorsun iltifatlaşmaları.
Masaya döndüm, bizimkiler hayretle bakıyor bana. Patladı kahkahalar.
Düğünün ilerleyen saatleri.
Düğün fotoğrafçısının çektiği resimleri almaya gitmişiz sel ile.
Dikkat edin, gitmişiz diyorum. Hatırlamıyorum. Zaten merdivenden çıkarken düşüyormuşum.
-bir adım attın, ben de aynı basamağa geldim, sen öbür adımı atarken geriye doğru yaslandın, zor bela seni tutup, iki basamak indim, arkandan ittirdim, sen gülüyordun dedi sel. Yuvarlanıyormuşum. Allah allaaaahh... hiç farkında değilim ama asla sarhoş hissetmedim ben düğün boyunca kendimi.
Neyse, almışız resimler
Ben pek beğenmemişim ama sel almış.
Aradan biraz zaman geçmiş, yeni resimler çıktı diye tekrar gitmişiz sel ile.
-Resimlere baktın baktın, aaa bizim de olacaktı, çıkmamış diye söylendin, diyor sel.
-kuzu aldık ya onları biz.
-yaaa, nerde, ben de bakıyım.
-e beraber aldık da baktın ya,
-yooo görmedim ben!
Balık hafızası durumu!
Ama dedim ya, anı yaşarken aklım başımda sayılır, sonra unutuyorum.
Bir ara gizem’in gelin çantasını elimde buldum mesela.
Gizem koşa koşa gelip içi tıka basa dolu çantayı sel'e tutuşturdu gitti.
Sel de bana verdi.
Ben de sarhoşum.
Ama ne yaptım, bu sorumluluğu layıkıyla yöneterek, gidip Şükran Teyze’ye ilettim çantayı.
Neme lazım, gelin çantası bu 8)

Velhasıl, bir hafta sonu böyle geçti.
Manyak bilokçu yüzünden de yazmaya hasret kalınca, uzun uzun yazayım dedim.
Öpücükleri nereye bırakıyorduk burada yahu, yabancıyım daha.

23 Haziran 2008 Pazartesi

Sarhoşum, saaarhooooş....

Cumartesi akşamı Gizem evleniyordu.
Gizem kim derseniz:
Bizim çok yakın bir aile dostumuzun kızı.
Ailecek çok uzun zaman, çok içli dışlı yaşadığımız, 15 sene kadar karşılıklı apartmanlarda oturduğumuz, beraber tatillere gittiğimiz, aynı evde kaldığımız, bir aile. Gizlimiz saklımız olmayan, teklifsiz gidilip gelinen, her halimizi bildiğimiz aile dostlarımız.
Gizem benden yaşça epey küçük olmakla beraber, hem çok akıllı ve olgun bir kız olduğundan, hem de tarzlarımız benzediğinden arkadaşım gibi gördüğüm birisi oldu belli bir yaştan sonra.
İnşaat mühendisliği okuyordu, üniversitede sınıf arkadaşı ile sevgiliydiler.
Okul bitti, master bitti, işe girildi, çocuğun askerliği de bitti.
Evlenmeye geldi sıra.
Her iki anlamda da.
Hem nikah düğün falan,
Hem de ev alınacak.
Tesadüf bu ya, bizim de geçen sene taşındığımız apartmanda, üst katımız satılık ve uzun zamandır boş.
Bizimkiler teras istiyor aslında ama...
Bizim üst kat zaten en üst kat, önü komple açık, şehir manzarası gani.
Gelip baktılar, bayıldılar.
Fiyat da uygun geldi.
Komşu zaten uygun!
Hoooop alındı ev.
Çocukluğumuzda ailelerimizin komşu olduğu gibi, biz de komşu olduk mu!
Ne hoş.
İşte Cumartesi akşamı Gizem evleniyordu.
Mekan güzeldi, açık hava, çimlerin üstü.
Müzikler güzeldi, seçme şarkılar, ben de olsam seçerdim onları.
Gizem güzeldi, gelinlik uçuş uçuş. (Annesi dikti. Benim gelinliğimi de, onunkini de)
Biz güzeldik, saçlar, makyajlar, kıyafetler....
Anne, baba, koca, kardiş, kardişin sevgilisi, yakın dostlar, teyzeler, arkadaşlar....
E şarap da bol.
Kaçınılmaz oldu.
Sarhoş oldum.
Yani olmuşum.
Ben epey bir kısmı hatırlıyorum tabi.
Sel’e “seell..bi şarap daha alır mısın” dediğimi.
Arada kardişin sevgilisiyle beraber kendimiz gidip şarap aldığımızı.
Kadeh küçük zaten, az da doldurmuşlar diye tekrar Sel’e ricacı olduğumu.
Gizemle beraber “ooohhh.. düğün bizim” diye ortada hoplayıp zıpladığımı.
“Komşuuuum” diye karşılıklı göbek attığımızı,
Annemle, Şükran teyzeyle (gelinin annesi kendisi) beraber “hadi hadi hadiiiiiii” diye bağırıp çoştuğumuzu...
Yani epey bişey hatırlıyorum.
Latin müziklerini, dansları..
Da,
Misal kardeşin sevgilisiyle beraber ortada oynadığımızı hiç hatırlamıyorum, ne ara oynadık acaba?
Tuvalete gittiğimi de, nasıl becerdim ki o kafayla?
Ben ortada oynayıp zıplarken, “lan ezilecek bu” diye sel’in yanıma gelip dengemi bulmama yardım ettiğini..
Hiiiç hatırlamıyorum.
Sonra düğün bitti.
Gelin ve damat bizim komşu ya, gelin arabasını sel kullanacak, eve gidecez.
Arabaya bindik, biliyorum.
Yolda radyo odtü’de o saatte yayın yapan arkadaşlarını arayıp:
“biz evlendik de, şarkı istiyoruz” diye istekte bulunduklarını,
Onların şarkısı çalınırken alkışladığımızı biliyorum.
Sel’in bomboş caddede arabayı sala sola kıvıra kıvıra tempo tuttuğunu hatırlamıyorum ama.
Sonra apartmanın parkına geldik.
Arabadan indik.
Bi komşu gördü hayırlı olsun dedi, teşekkür ettik.
Arabanın üstünden koca buketi söktüler, onu aldık, hatırlıyorum.
Ama sonrası yok.
Yemin ederim yok.
Apartmana nasıl girdik, yukarı nasıl çıktık hiç hatırlamıyorum.
İki asansörle yukarı çıkmışız Sel’in dediğine göre.
Çanta manta bir kısım eşyalarını vermişiz kapıdan.
Gelin demişler, ben neredeyse giriyormuşum.
Sonra bir kat aşağıya merdivenlerden inmişiz.
Ben uçuyormuşum.
“yemin ederim, belinden tuttum, ayakların havada, başın öndeydi, “sel basamağı bulamıyorum” dedin” diye anlatıyor sel.
Hiiç hatırlamıyorum.
Sel kapıyı açarken merdivene oturup ayakkabılarımı çıkartmışım, sonra da fırlatmışım.
Merdivenden içeri kucağında sokmuş beni sel, antrede halıya yatırmış, ayakkabılarımı toplamış.
Sarhoşken o kadar komik oluyorsun ki, dedi.
Sarhoşum marhoşum ama, artık otomatikleşmiş davranışlarım var tabi.
Üst baş değiştirilmeden, yüz yıkanıp makyaj çıkarılmadan, lensler temizlenip kabına konulmadan asla yatılmaz!
Banyoya girmişim.
Ayaklarım havada, sel belimden tutuyor. (aramızdaki ebat farkının süper faydaları işte)
Yüzümü yıkamışım konuşa konuşa.
Lenslerimi çıkartmışım.
“pür dikkat sana bakıyorum” dedi sel. “lens bu, o halde çıkarıcam diye uğraşıyorsun. Düşürürsün müşürürsün...”
Ama düşürmemişim.
Lensleri kabına koyup, lens solüsyonunu da kaba denk getirip sıktıktan sonra, yerine koyma aşamasında başarısızlığa uğramışım ama:
“solüsyonu sıktın sallana sallana, sonra şişe düştü yerine koyarken, bir tane de sen vurdun iyice fırladı gitti” diyor.
Bitti mi, bitmedi tabi.
Diş fırçalanacak.
Lavaboya eğilmiş, ayakları yere basamayan, koca tarafından sımsıkı tutulmuş bir rezil insan olarak ağzım köpük köpük konuşmuşum:
“dişini fırçalamadan yatana insan denmez”
Yuh yani dedi sel, diş fırçalama konusunda takıntılı olduğunu biliyordum ama o haldeyken bile bunu söyledin ya, pes!
Sonra inatla oturma odasına gidip tv seyretcem diye televizyonu açan, kendisi seyirlik olmuş bir insan olarak götürülüp yatırılmışım.
Ertesi sabah çok keyifli değildi tabi.
Başım ağrıyordu, midem de “tuzlu muzlu, yoğurtlu bişeyler yolla” diye ısrarlıydı.
Önce sel’in söylediklerine inanmadım.
Ben onun söylediklerine inanmazken o da benim hatırlamıyor olduğuma inanmadı.
Karşılıklı bir güven sorunu yaşadık.
-atıyorsun yaaa! Yağmur’la karşılıklı göbek atmadım ben!
-attın kuzu.
-sel bak dalga geçme yaa, vallaha mı?
-sor annene!
-sorucam!
-ayakkabıları da merdivende oturup çıkarttın, sonra da fırlattın.
-fırlatmadım.
-seni içeriye kucağımda soktum.
-hatırlamıyorum.
-dişini fırçalamayana insan demezler dedin.
-haa olabilir bak, onu demişimdir. E hi J

Sarhoşken acayip komik oluyorsun, çok eğlenceli oluyorsun dedi bana.
Kameraya çek, bakıcam bir dahaki sefere, dedim.
Hayır anlamadığım, gece boyunca son derece kontrollü olduğumu biliyorum, oynarken de, gülerken de, birileriyle konuşurken de.....
Tek sorun bir noktadan sonra olanları, ertesi sabah hatırlamıyor oluşum.
Kararlıyım: bir daha kameraya çektiricem.

Ha, komşularımız mı:
Şimdi balayındalar.
Haftaya bir kek yapar, “merhaba ben alt komşunuz, tanışmaya geldim” diye çalarım kapılarını J

yaaaazma... hakkııııımız... engelleneeemez!!!!

evet evet uyuz oldum bilokçuya.
alıştığım görüntünün dışında yaşamaya zorluyor beni.
ben ki şablonu bile değiştirmemişim hiç.
ite kaka kapı dışarı ediyor beni.
eh!
kendi bilir.
az evvel başıkta da belirttiğim gibi:
yaaaazma... hakkııııımız... engelleneeemez!!!!

geldim o zaman buraya.
yedek dursun burası bakayım.

eehh yetti be.

bakım çalışmasıymış.
bu kadar çalışma sonucu hala işler hale gelemediyse bu site, demek ki dermansız bir derdi var dedim ben de.
üff taşınmayı da hiç sevmem ama.
bilokçu başka şans bırakmayacak gibi.